Dün delicesine yağmış olan yağmurların ardından, gece İzmiri soğuk bir hava hakim almaya başlarken, Ayvalık-Sarımsaklıdan misafir gelmiş olan arkadaşlarımla oturup bir yandan muhabbet ediyor, bir yandan da pişti oynuyorduk :) Tabi içilenlerin de etkisiyle bir anda birisinden "Ulan bi Fener maçında oynadık bu sene yaa" diye bir yorum geldi. Arkasından "Fenerbahçe bize ilk yarıda gol atsaydı da biz o maçı bir şekilde kazanırdık" ya da "O futbolun onda biri oynansa her sene şampiyon oluruz" gibi yorumlar döndü arkasından. 3 Beşiktaşlı da bir araya gelince konu da tabi ki bir şekilde Fenerbahçe ye geliyor.
Eee, bu kadar muhabbete dalarken "Kadıköy Panteri" ni unutmak düşünülemezdi elbette. İşte şu an bile hala dün geceden kalan o değişik hissin etkisindeyim ve bunu mutlaka paylaşmalıyım. Tarih 16 Nisan 2005 Cumartesi akşamı ve ben Ege Ünv. Hast. Acil Servisinde 41 derece gibi yüksek bir ateşle yatıyorum malesef. 18 Nisan günü vizelerim başlıyor... Ve bunca şeyin arasında 17 Nisanda derbi var. Ama ben hastayım... Çıkıp izlemeliyim diyorum içimden ama kimse de yok piyasada, ders de çalışmam lazım. Sonra okuldan bir arkadaşım aradı ve ders çalışalım diye bir teklifte bulunmuştu. Ancak ben farkındaydım ki o kalkıp Bornovaya geldiğine göre biz bu maçı izleyecektik. Nitekim her şey böyle gelişirken saat de epey geçmiş ve izleyebileceğimiz tek yer bir kahvehane kalmış, neredeyse de silme Fenerli doluydu. Beşiktaşa -özellikle Fenerbahçe maçlarında- sonuna kadar güvendik hep, ancak Rıza Hocanın kötü gidişi, Beşiktaşın amaçsızlığı derken, korkmuyor da değildik. Özellikle de ilk golü yemekten..
Maça hızlı başlayan taraf Fenerbahçe idi elbette. Ama fırsatları değerlendiremedikçe, sıkıntı yaşıyorlardı. Tümer bu arada harika bir gol attı, tabi o zaman Beşiktaşlı. (Bu arada ben Tümerin aslen hakikaten Beşiktaş taraftarı olduğunu düşünüyorum ama yaptığı hiç yakışmadı) Ardından Luciano beraberliği getiriyor, bizlere ateş iyiden iyiye basıyordu. Ancak devre sonunda Carew kafayla topu ağlara yollarken zamanının Fenerbahçelisi Rüştü kalesine gelen ikinci topu da seyrediyordu...
Devre arasında sigarayı içmiyor adeta yiyorduk. Bir an durup düşündüm ve aklıma hasta olduğum geldi. Biraz daha düşünsem ertesi gün çalışmam gereken bir sınavım olduğu da gelecekti ama Tümer ve Carew i düşünmekten ona fırsat kalmadı. Bir tarftan da yapılması gerekeni tartışıyor ancak bir türlü çıkar yol bulamıyorduk. Kadro kısıtlıydı sahada çok sessiz görünen Ahmet Dursunun oyundan alınmasını düşünüyorduk, yerine de beklentimiz genç yetenek İbrahim Akın olacaktı. Şimdilerde kendi de nerede olduğunu bilmese de, İbrahim gerçekten yetenekli bir oyuncu. Altayda da izleme fırsatımız çok olmuştu kendisini, bu sebeple de çok güveniyorduk aslında.. İkinci yarıda 10 dakika daha oynayan Ahmet Dursunu alıp yerine İ.Akını sokan Rıza Çalımbay, 3 Beşiktaşlıyı kahvede ayaklandırıyor, en az 80 kişinin dönüp de kendilerine ters ters bakmasıyla yerimize hemen oturuveriyorduk. Alex durumu 2-2 yaparken de kahvede yerinde oturan yalnızca 3 kişi kalmıştı :) Maçın son 15 dakikasına girildiğinde bizler daha moralli, kahvedekiler ise gergindi. Ancak, İ.Akın öyle bir şut çıkardı ki uzaktan gerginlik yerini biraz daha utanca bırakıyordu artık Fenerlilerin ve Rüştünün yüzünde... Biz ısrarla yerimize oturmuyor, sağdan soldan ilginç laflarla tacize uğruyorduk...
Bir kaç dakika geçmişti ve Tuncay kendini ceza sahamızda yere bırakmıştı. Ben hocanın Tuncaya sarı kart çıkaracağını düşünürken o penaltı deyip bir de Cordobayı oyundan atmıştı. İşte o an... O an hastane, kahvehane, sınav olduğum salon, okulun yolu, evin yolu hepsi birdi o an. Ben ayağa kalktığımı hatırlıyorum sadece, Pancunun üzerine farklı bir forma geçirdiğini, penaltıdan Alexin golü, az kalsın Pancu çıkarıyormuydu sanki? derken kendime geldiğim olay saha kenarında Hooijdonk u görmem olmuştu. O sezon Daum kendisine forma bile göstermezken, kalecisiz kalan bir takıma uzaktan atılabilecek şutlarla üstünlük sağlayabileceğini hem de hiç -utanmadan- düşünüyordu. O an ağzımdan çıkanlar Fenerbahçelileri ve kahve ahalisini kızdıracak laflardı ki, 2 arkadaşım benim koluma girip dışarıya çıkmamız gerektiğini, bu saatten sonra bu maçın izlenmeyeceğini anlatmaya çalışıyordu.
Dışarıya çıktığımızda bahçedeki televizyondan da ben maçı takip ediyordum. Pancu gol yemiyor, Fener zorlanıyordu. Beşiktaş yaklaşık 10 dakika uzayan maçta çok pas yapmaya başlamış, göstere göstere rakip yarı sahaya çıkıyordu. "Beyler, durun ve sakin olun, geliyor a.q." diye haykırdım ve top o an Korayın önündeydi, yerden sert bir şut çıkarmış - aslında maç içinde bunu iki kez daha denemiş kaleyi bir türlü bulamamıştı- zavallı haldeki Fenerbahçe savunmasını ve kalesini başlarına yıkıyor, taraftarına koşuyordu. Bir arkadaşım yerde yatarken, ben kahvenin içinde bulmuştum kendimi nedense, "yalnızca yüzlerini görmek istiyorum" diye haykırıyordum ve kahvedekileri tek tek inceliyordum. Aslında her şey açıktı. Evet Fenerbahçe kalecisiz Beşiktaşa yeniliyor, haddini bilmez taraftarlarının Rıza Hoca için yaptıkları ayıbın da altında kalarak ezildikçe eziliyorlardı.
Hiç bir şeyim kalmamıştı. Ne ateş, ne öksürük, ne grip. Sadece sesim kısılmıştı ve yorulmuştum. Ama bu galibiyet kutlanacaktı elbette. Ne de olsa sınav ertesi gün 17 de başlıyor ve sabah kalkıp çalışma şansımız vardı. -Öğlen- kalktığımızda başımız hafif ağrıyor, saat de 13 ü geçiyordu. Hemen evden fırladık, çıktık. Okula gitmedik elbette ki, BJK Store a forma, tişört, vs. ne bulursak alıp, giymeye gitmiştik. Sınav? Sınava gelince, iki Beşiktaş formalı arkadaş ve yarım saat sonunda teslim edilip çıkılan iki boş sınav kağıdı. Okulum uzuyordu ama varsın uzasın diye geçiriyordum içimden, maçı izledik yaa, o yeterdi.
5 yorum:
neden çoğul:))
ee, 3 kişiydik...
he siz miydiniz panterler:) ben pancu diye düşündüm:))
pancu kadıköy panteri canım ona lafım yok... ama panter burada biz olduk :)))
panter emel olmayın da diyerekten gidiyorum:))
Yorum Gönder