8 Nisan 2010 Perşembe

Takım tutmak...














Ya da başka bir deyişle bir takımın taraftarı olmak... Peki, nedir takım tutmak? Bunun bir okulu, kursu, semineri olmadan kazanılan bir duygu gibidir bence.. Haa, eğer kursları da olsa fena mı olurdu? Aslında hiç de kötü olmazdı.. Buna benzer şeyler yapmaya çalışan kulüpler oldu ancak gerçekten başarabilen olduysa da ben bilmiyorum.. Bilenler varsa da aydınlatırlarsa çok mutlu olurum.

Dünyaya -erkekler için- erkek bir bebek olarak geldik dünyaya.. Tabi ki bunu ben de hatırlamıyorum:)) p.s. - Doğduğu anı hatırlayan varsa eğer bu konuda aydınlatmasın lütfen, korkabilirim :) Kendi jenerasyonum açısından konuşursak, çocuk yaşta tanıştık hepimiz topla.. Sokakta, ağaçlardan yaratılmış kale direkleri, ya da taşlarla belirginleştirilmiş direkler, taşların üstünden geçen toplar hiç bir zaman direkten geri gelmemişti malesef o zamanlarda.. Bir taraftan da evde maç izleyen bir baba, amca, büyük, tabi o zamanlar TRT veriyordu maçları, daha Star Tv nin açılmamış olduğu yıllardan bahsediyorum.. Enteresan bir hava hakim olurdu evin içine, gergin bir ortam, "Atom Karıncalar, Sarı Fırtınalar, Takozlar,vs.." hep onlar gibi olmak istemiştim nedense.. Bir de Metin-Ali-Feyyaz ama üçü birden.. Ben henüz 6 yaşındaydım ve 103 tane gol atan efsane bir takım vardı her an televizyonlarda.. Çoğu arkadaşım da buna kanmış, tarafını belli etmeye, taraftarlık yolunu çizmeye başlamıştı.. Ben çoktan çizmiştim zaten, 500 gol de atılsa bu değişmeyecekti, bunu ben de biliyordum ve iliklerime değin bunu hissediyordum.. İşte böylesine bir çocukluk hissim, büyüyor da büyüyor, Gordon Milne i, ardından dansözlerle göbek atan Daum u, büyük santrafor Stefan Kuntz u, bir taraftan da havuz sistemini, Cine 5 i, Teleonu kanıksıyor; önüme taş kondukça daha da sarıyordu taraftarlık olgusu.. Bir dönem Intertoto finalinde Karlsruhe ye elenen, Baljiçli, Mususili, Ercümentli Bursaspor da; daha öncesinde Prekazinin attığı gol de futbola olan saygımı arttırıyor, böylece tuttuğum takıma beslediğim sevgi, diğerlerine oluşan saygıyla birleşip, taraftarlık yolumu çiziyordum..

Bu babadan oğula geçmiş bir taraftarlık öyküsü gibi gözükse de, ben eminim ki evde ne olursa olsun, benim çizgim yine bu yönde olacaktı.. Bir çoğumuzda olduğu gibi.. Önemli bir maçın oynanacağı günün sabahında uykudan hoş bir heyecanla uyanmanın keyfini başka ne verebilir ki!? Öte yandan taraftarı olduğunu idda ettikleri takımın maçını izlemeyip, gazeteden takip edenler, gazeteden takip bile etmeyenler, maçını izlemeye yeltenip uyuya kalanlar, maç anında maç izlemek dışında her şeyle uğraşanlar, vs., vs. gibi -taraftar- lar da var.. Bunların yanında, ne yaptığını bilmeden ortalığı her an bir savaş alanına çevirebilecek potansiyeli taşıyan ve her seferinde de taraftarlığın böyle yapılıyor olduğunu, takım tutmanın kavga etmek demek olduğunu zannedenler de var.. Maça gidip de tribünden izleyenlerden bahsetmiyorum ben, piyasada, evinde, kahvede, barda gördüğüm, tanıdığım, gözlemlediğim taraftarlardan bahsediyorum...














Bir de bence en kötüsü, futbolla alakası olsun olmasın, takım tutsun tutmasın, kendini bahis sektörüne kaptırmış, para kazanabilmek umuduyla, anlık, maçlık, haftalık takım tutanlar da var, nedense bana itici geliyorlar.. Belki de normaldir.. Ben hiç mi bahis oynamıyorum? Elbette oynuyorum, ancak şöyle de bir huyum var, Türkiyede 3 büyüklere zaten oynamam, diğer oynadığım yerli ve yabancı maçlarda da sempati duymadığım takımlara kazanacaklarını dahi bilsem oynamam.. Sonuçta bu keyiftir.. Maçı da izleyebileceksem şayet, o ligde seviyor olduğum takımı tercih etmeye çalışırım.. Mesela, evinde Birmingham City, Napoli, Benfica -kartal sembolü olması ayrı bir keyif- vs. gibi takımlara oynamayı tercih ederim, kaybetseler ve kaybettirseler bile...

Bir taraftar nasıl olmalı peki? Ben miyim yani örnek taraftar?? Tabi ki de bunu anlatmaya çalışmıyorum ben buradan.. Ancak, maç izlemekten keyif alan, desteklediği takımını en azından takip edenler belki bir şeyler çıkaracaklardır yazdıklarımdan.. Ya da "Asıl taraftar benim, ben bunu da, şunu da yapıyorum.. Falan filanlar bunu anlayamaz.." gibi düşüneceklerdir.. İşte o zamanda sevgili Maratın yazdıklarını, Kılcal Havuç gibi benzetmelerini okumalarını öneririm.. Oradan kesinlikle bir şeyler çıkaracaklardır...

Hiç yorum yok: