Dün oynanan 3 maçla devam etti Dünya Kupası. Etmesine etti ama içimizde ki o sıkılgan ruhu malesef çözemedi daha takımlar. Almanya maçının bir seviye altı bile olsa dahi o kadar zevkli maçlar izleyemedik. Özellikle de gece maçı İtalya-Paraguay ile başlamasından korktuğum "düşük tempolu gece maçları seremonisi" umarım öngörümün tam tersi yönünde devam eder.
*Klasik gündüz sendromu
Biz oyun temposunun artmasını bekledikçe takımlar daha sakin ve temposuz oyun oynamak için kupanın temposunu düşürüyorlar. İşte dönüm noktası dediğimiz Hollanda-Danimarka maçı da bu seviyede bir oyunla geçildi. Toplamda 20~25 dk. tempolu oyun izleyebildik.
İlk yarı, Kuyt'la, Wiel'le, Sneijder'in bir kaç frikiği ile geçildi. Her iki takımda birbirini tanımaya, özellikle Danimarka "kazanmalıyım" değil de "nasıl kaybetmem" mantığında oynadı. Ancak ikinci yarının hemen başında Danimarka adına sahanın en iyilerinden olan Simon'un uzaklaştırmaya çalıştığı top, ters yöne gidip Agger'e çarparak filelerle buluştu. Ardından maçın Hollanda adına en iyi oynayanlarından Elia'nın gönderdiği topa atılan şutun direkten dönmesi ile tamamlayan Kuyt skoru belirledi. Robben'in yokluğunda kazanılan her maç büyük bir avantaj Hollanda için. Yokluğunu Elia doldurabilir. Bu durumda da Kuyt, Robben'in mevkini tamamlamak zorunda kalmadan kendi mevkinde daha rahat oynar kanaatimce. Danimarka ise yaşlı kadrosu ile kanatlardan gelen cılız topları değerlendirme taktiğinde direnirse zaten çok az olan şanslarını iyice azaltırlar sanırım.
*Avantaja dönüşür mü?
Oynanan oyunlar bizi o kadar etkilemiş ki artık yorumlarımızda topa sahip olanın üstün taraf olduğunu kabullenmişiz. Bu kanıya bu maç için ne yazsam diye düşünürken vardım. Aslında gelenek olan temposuz oyun vardı sahada ama topa daha fazla sahip olan Japonya, bu görüntüsü ile bize üstün tarafmış gibi göründü.
İlk yarı topun kontrolü Japonya'daydı genel açıdan. Sağdan kesilen ortaya savunmanın hatası ile boşta kalan ve "doğru yerde doğru zamanda" teoremini destekleyen Honda tamamlayarak skoru lehlerine çevirdi. Golün ardından skoru korumaya yönelik atılımlarını başlatan Japonlar'a karşı takımın yıldızı Eto'o eşlik edecek herhangi bir oyuncu olmayınca yenilgide kaçınılmaz oldu. Özellikle de Eto'o'ya nazaran daha sade yetenekleri olmasına karşın takımda iyi işler başarabilecek Emana ve İdrissou gibi isimlerde kenarda olunca, Eto'o tek başına beraberlik için bile az kaldı.
*74'den sonra ki yağmurlar
Gecenin son maçı, son şampiyon İtalya ile kupanın sürpriz takımlarından Paraguay arasında oynandı. 1974 Dünya Kupasında yağan yağmurlardan sonra, yağmurla dolu bir gece geçirdik. Özellikle İzmir'in nefes bile aldırmayan sıcak gecesinde bizi serinleten sade ve sadece yağmur oldu.
Maçı izlerken kendimi Dünya Kupası maçı izliyormuşum gibi hiç ama hiç hissedemedim. Diğer maçlarda en azından o lanet olasıca sesi ile Vuvuzelaların oluşu belki bir nebze o havayı yaşatırken, yağmurun da etkisi ile vuvuzelaların susuşu ve oyuncuların nerdeyse oynamama istekleri tam bir lig maçına döndü maç. Yanı en azından benim için. Paraguay'ın formasına Athletico Madrid'i andırınca kendimi bir an La Liga macı izliyormuş gibi hissettim. Aureliano Torres'in maç boyunca kazanılan duran topları ters ayakla kesmesi önemli idi Paraguay adına. etkili ortalar attı ve birinde de golü buldular zaten. İtalya'da ise Pepe adından bahsettirdi. Her hücumda parmağı olduğu gibi gol atağına da parmağını sokmayı ihmal etmedi. Ancak turnuva öncesi Cannavaro'nun ısrarla favori gösterilmesi adına açıklamalrı kendisinin performansı ile örtüşse de takımla malesef örtüşemedi. Süpriz grup olarak nitelendirdiğim gruptan İtalya çıkamayabilir. Ve onların kabusu da Slovakya olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder