29 Temmuz 2010 Perşembe

Happy Birtday To Me...

Uzun süredir yazamıyorum blogda. Bu yazıyla da hem nedenleri hemde mutlu bir haberi paylaşayım istedim.

Temmuz ayının sonlarına doğru serin bir 29 Temmuz akşamı dünyaya gelen benim, bugün doğum günüm:) İyi ki doğmuşum diyorum kendi kendime :)

İşte bu nedenle ve yaz aylarının bu en ateşli dönemlerinde bir kaç günde olsa kendimi Ege'nin serin sularına bırakmaya karar vermiştim. Ancak her güzel şey gibi buda sona ermek üzere. Bu tarz dinginlik dolu tatili herkese nasip olur inşallah... :)

Sevgiler...

Guti ve Quaresma transfer mi?

Orda burda, gazetelerde, televizyonda, bloglarda çok şeyler yazıldı, çok şeyler söylendi. Mesela -Sn. Gürcan Bilgiç- " Guti ve Quaresma yı almak, transfer yapmak değildir, sadece taraftara oynamaktır " gibi bir cümle bile kurdu.. Bu nedir yaa? Verilen paraları geçtim, dökülen dilleri geçtim, ki çok büyük paralar da verilmedi aslında... Her şeyi geçtim, yıllarca Avrupada hep bi yerlerde karşımıza çıkmış adamlar Türkiyede oynayacaklar artık.. Ve söylenenler, istenenlerin % 10 u bile gelirse, Galatasaray, Fenerbahçe ve diğer tüm takımlar için de konuşuyorum, Süper Lig ne olur acaba??


Quaresma, benim son dönemlerde gördüğüm, izlediğim en yetenekli futbolculardan biri.. Hatta bazı özellikleriyle en yetenekli bile olabilir. Ama profesyonellik anlamında aynı şeyleri söylemek mümkün değil tabi. Mesela çok fazla itiraz edeceğine ve kart göreceğine kesin gözüyle bakıyorum, özel hayatı nolur, kestirmek zor. Ama bence şöyle bir gerçek var ki, bu transferler Beşiktaş ve Demirörenin son şansları olduğu gibi, Beşiktaş da Q7 için son bir şans. 2 yıldır gol bile atamamış bir Quaresma, kariyerine kaldığı yerden devam etmek istiyorsa, yeniden doğmak zorunda Türkiyede..


Yıllardır, Real Madrid gibi bir takımda genelde yedek bekleyip bunu hiçbir zaman sorun haline getirmeyen (Zidane, Makalele, Alonso gibi oyuncuların da etkisi çok büyük tabi) ve oyuna her girdiğinde de görevini fazlasıyla yapıyor olduğunu gördüğümüz, arapas üstadı bir orta saha Guti. Bir kere profesyonel, tecrübeli. Şimdi bu adam transfer değil, öyle mi? Hagi neydi peki? Hagi de taraftarı mı kandırmak için alınmıştı yani?? Bu zihniyetle olmaz, lütfen, başarılı olacaklar demiyorum, Türkiyede izleme şansı bulacağız diyorum, ki başarılı olmamaları için de bir sebep yok ortada, yönetim anlayışını saymazsak...

Son olarak da sevgili Aslının da değindiği bir konu var. Bütün stadı doldurup, Gutinin imza törenini şova dökmüşsün, ki bu sezon bunu ikinci kez yapıyosun. Tribünler yıllardır aç bu tip organizasyonlara. Televizyonlar yayınlıyor, sen çıkıyosun ve Fenere küfrediyosun. Ayıp, ayıp, çok ayıp... Nereye varacak ki bu işler? Bırak adam da eğlensin, bırak belki Fenerbahçeliler de takdir edecek bir gün bu adamları, etmiyorsa da onun ayıbı olsun. 1-0 yenik başlama... Yanlış yapıyorlar, şimdi yarın önür gün Fener tutsa getirse bir yıldızı, aynı tepkiyi onlar göstermezse eğer utanmıyacakmısın? Ya da gösterirse bozulmayacakmısın?

20 Temmuz 2010 Salı

Derin Futbol


Bucaspor'un Süper Lig'e çıktığını duyurduğumuz üzere 7 yıllık Süper Lig hasretinin bitimi ile Bucaspor yazılarımızı elimizden geldiğince artırmaya çalışıyorum. Umarım bu yazılar beğeni ile okunuyordur.

Kurtlar Vadisi dizisi yayında iken meşhur ettikleri laf "Derin Devlet"ti. Bende burdan yola çıkarak yazının başlığını Derin Futbol olarak belirledim. Peki bu yazıda neden mi bahsedeceğim? Futbolda hedeflerin gerçekçiliği ve planlamanın ne kadar düzgün olması gerektiğidir. Şimdi resme şöyle bir bakmışlardan ricam tekrar bir dikkatli resme bakmaları. Ardından okumaya devam. Resmin kaynağı Bucaspor Futbol Akademisinin Hedefler sekmesidir.

Şunu hemen belirtmeliyim, ana hedef dahil, piramidin bir çok basamağına zamanında ulaşılamadı. Doğru. Fakat benim dikkat çekmek istediğim nokta bu detay değil başka detaylar. 2007 yılından başlamışlar yapılanmaya ve hedef belirlemişler kendilerine. Birde hedeflerine ulaşmak için gerekli süre. Materyallar ise işin en can alıcı kısımlarından bir kanımca. 9-14 yaşları arasında seçilmiş 100 çocuğu Bucaspor'un geleceği olarak göstermişler. Yıllara oranla gerekli gelişimleri, ara hedefleri ile bu 100 çocuğun varacağı noktayı haliyle de bu çocuklar ile ana hedefe varılması amaçlanmış. Ara hedefler ise diğer bir önemli anektod. Milli yapabilmek.

Şimdi parçaları birleştiriyorum. 2008/2009'da BA1L'e 2009/2010'da Turkcell Süper Lig'e çıkan Bucaspor'un bu başarısı hiç ama hiç tesadüf değil aksine birçok büyük kulübü kıskandıracak şekilde başarılı dizayn edilmiş bir organizasyon. Buca Genç Akademi ile başlayan bu serüven geçtiğimiz haftalarda hem Buca Genç Akademiyi hemde Bucaspor'u içine alan Bucaspor Futbol Akademi olarak birleşti ve takıma enjekte edildi.

Hep diyoruz-şahsen ben demeye devam de edeceğim-, herkesler de söylüyor altyapının ne kadar önemli olduğunu. Alın size başarılı bir altyapı koordinasyon, hedefleme ve organizasyon şeması.

Ucuz Pazarlama


Günlerdir sağda solda yazılmıştı zaten. Anlaşma koşulları değişip durduysa da sonuçta Kewell takımda kaldı. Bu da sanırım sadece GS lileri değil tüm futbol severleri sevindirdi çünkü onu sahada görmek herkese keyif veren bir durum.Lakin,Kewell'ın 19 numaralı formasını Cana'ya verildi. Kewell'a da Aydın'ın 7 numaralı forması gösterildi. Bir yandan bakarsak önce Cana ile anlaşıldı ve Kewell'ın durumu belirsizdi. Bir diğer yandan ise Kewell'ın taraftarların çok sevdiği bir isim olması neticesinde 7 numaralı forma satışlarını arttırmak gibi bir girişim olabilir. Eğer öyleyse çok ucuz bir iş olur.Ama her halükarda Kewell'ı bir sene daha izleyebilme ihtimali,üstelik de Seyrantepe'de hepimizi heyecanlandırıyor.

edit:99 numaralı forma satışlarını arttırmak da denebilir.:)

13 Temmuz 2010 Salı

The Manchester United Premier Cup


Dünya Kupasının bitimi ile artık liglere dönüş yaptık. Her yerde bir transfer haberleridir almış götürmüş durumda. Herkes her yere gönderilip, her yerden de takımlara getiriliyor gündem yaratmak adına. Ülkemiz de bu konuda başı çekenlerin arasında. Ancak bu yazıyla bahsetmek istediğim transferler değil. Sevgili Marat altyapı ile ilgili bir yazı yazınca bende kaç gündür yazmaya fırsat yakalayamadığım yerel bir haberi yazayım istedim.

Hep söylüyoruz altyapının önemini. Yıldız oyuncu ithal etmek tabiki de önemli, fakat bu yıldızı yetenekli ve oyun zekası yüksek yerlilerle destekleyebilmek hem ülke futbolu açısından hem de maliyet açısından büyük bir avantaj. Bu konuda yıllarca başı çekmiş olan, futbolun ana ülkesi olan İngilteredir hiç tartışmasız. Son dönemlerde her ne kadar yaşanan global krizin etkilerinden ötürü, mali problemler ve altyapıdan gelen yetenekli oyuncu sıkıntısı çekseler ve ünvanlarını İspanya'ya kaptırmak üzere olsalar da İngiltere denince akla futbolun gelmediğini söylemek haksızlık olur.

1993 yılında geleneksel olarak düzenlenmeye başlayan bir turnuvadan bahsedeceğim. 43 ülkeden, 9.000 takım, bir milyon oyuncunun mücadele ettiği bir turnuva haline gelmiş bu sene. Benim bu turnuvaya dikkatimi çeken ise Bucaspor'un bu sene finallerde mücadele verecek olması.

Turnuvanın final ayağına katılabilmek için Nike Premier Lig'in de başarılı olmak gerekiyor. Başta bahsettiğim 43 ülkede yapılan elemeler sonucunda finallerde Manchester'da mücadele etmeye hak kazanacak takımlar belirleniyor. U-15 takımların mücadele ettiği bu kupada altyapıları ile adından söz ettiren bir çok kulüp var; İspanya'dan Barcelona, Portekiz'den Porto, İtalya'dan Torino, Almanya'dan Werder Bremen bu takımlardan sadece birkaçı. Burada kendi gösterecek oyuncular için çok iyi bir fırsat.

Kupaya, elemelerden birinci olarak giden Buca U-15 takımının teknik direktörü Hüseyin Eroğlu ise umutlu, ancak ufak bir sıkıntısı var: "Turnuva, Avrupa elemelerinin ardından olsaydı, bizim için daha iyi olabilirdi. Çünkü sezonu çok iyi geçirdik. Yükselen bir grafiğimiz vardı. Şimdi kısa da olsa bir ara vermek zorunda kaldık. Ancak en kısa sürede toparlanıp, ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek için çalışmlarımıza başlayacağız."

Televizyon'dan izledikleri ve hayranlık besledikleri Rooney, Giggs, Scholes gibi oyuncularla aynı havayı teneffüs etmeleri bile onlara büyük bir tecrübe kazandıracaktır. Bu anlamda futbol açısından daha alt seviyelerde kalmış ülkelerin katılımcıları için oldukça faydalı olduğuna inandığım bir organizasyon.

Bundan 3-4 yıl evvel yazarlarımızdan Pascal'la yaptığımız bir konuşma esnasında, bana Bucaspor'un altyapı açısından tüm Türkiye'ye damga vuracak bir sistem oturttuğunu ve bir kaç yıla kadar, kurulan bu yapının ciddi ses getireceğinden bahsetmişti. Gerçekten de yeniden düzenlenen Buca Genç Akademi ile başlayan yolculuk, geçtiğimiz günlerde Buca Futbol Akademisi çatısı altına, hem Buca Genç'i hemde Bucaspor'u alarak devam ediyor.

Özellikle Hollanda'da ve değindiğim gibi son dönemlerde İspanya'da, her daim İngiltere'de uygulanan bu sistemi, büyük bir başarı ile götürüyor kulüp. 2 sezon öncesinde 2.lig'de iken bu sezon Süper Lig'de mücadele edecek olması da bunun şuana kadar verdiği en büyük meyvelerden. Teknik Direktör Bülent Uygun'un demeçlerinden de, bu konuda uzun vadeli planlar yapıldığını ve başarıların devamının geleceğinin göstergesi.

Altyapının Anlam ve Önemi


Mesut Özil'in Türk Milli Takımı'nı seçmemesini tartışaduralım, İngiltere iğneyi kendisine batırmış bile.

Ne olacak bu İngiltere'nin hali sorusuna cevap yine oradan Manchester semalarından gelmiş: Çözüm Stalybridge'de!

Stalybridge Celtic kulübü Pro21 programı ile Profesyonel futbola girmek isteyen gençlere bir fırsat sunuyor.Altyapılar ya da bize daha yakın adıyla futbol okulları çok da şasılası bir durum değil ancak bu programın diğerlerinden farkı sadece futbolcu yetiştirmemesi. Futbolcu olmak için yeterli olmayanlara spor endüstrisi içerisinde bir yer edinmeyi de sağlayacak kapsamlı bir eğitim sunuluyor. Böylece tüm katılımcıların sahada veya sahadışında ama spor camiası içerisinde yer alması sağlanıyor.

Programın kurucusu Stalybirdge 21 yaşaltı takımının menajeri Alan Keeling daha önce de yöneticisi olduğu akademi takımını Conference ligindeki genç takımı şampiyon yapıp Ulusal lige çıkarmış ve Kupa finaline taşımış.

Brezilya da Pro Lisans aldıktan sonra tekrar kulübüne geri dönen Alan,A takım menajeri Jim Harvey in yardımcılığına getirilmiş ve takımı Morecambe FC ile yaptığı gibi daha da yukarılara taşımak için çalışmalara başlamış.

Alan'ın futbol vizyonu Alman disiplini, İspanyol'ların başarılı pasları,Hollanda'nın teknik kapasitesini ve Uruguay'ın sahaya yayılma yeteneklerini kapsayan küresel bir görüş. Yetiştireceği futbolculara bunu kazandırmayı hedefleyen Alan, İngiltere'nin büyük turnuvalardaki başarısızlığına bu şekilde çözüm üretmeyi hedefliyor.

Programa katılanlara verilen NVQL2(National Vocational Qualification) sertifikası İngiltere'de tanınan ve aldığı eğitimi kanıtlayarak kişilerin bir sonraki adımlarına yardımcı olacak.

Her ne kadar program İngiltere'de olsa da belli ücret karşılığı Türkiye'den de katılmak mümkün. İmkanı olan ve futbol endüstrisinin bir yerinde yer almak isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat. En azından ülkemizde de bu tip programlar olana kadar. Belki de bunu yerinde görüp bir benzerini ülkemize getirmek için.

İlgilenenler bana ulaşabilir ya da aşağıda iletişim adreslerini bulabilir.

iletişim:office@stalybridgeceltic.co.uk or 0777-337-1587

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Cruyff,Aurelio ve Özil üzerine çeşitlemeler


Zevksiz başlayan Dünya Kupası keyif dolu bitti. Herkesin hayran olduğu, rakip futbolcuların bile saygısnı kazanmış bir futbol stili kupayı kazandı. Maçtan önce bir çok kişinin dile getirdiği kupanın tek galibi Cruyff olacaktı. Bir yanda ülkesi Hollanda diğer yanda yıllarca işlediği Barcelona üzerinden ‘total futbol’u bellemiş İspanya.

Aslında benim söyleceklerim burada başlıyor. Kupaya katılamamış bir ülkenin vatandaşı ve futbol taraftarı olarak bizim buralarda en çok tartışılan hikaye Mesut Özil’in Almanya için oynamasıydı. Oysa bana kalırsa Mehmet Aurelio, Milli Takım’da oynamayı Hamit Altıntop’tan daha çok hakediyor. Hamit’in, Halil’in ve Mesut’un aksine Aurelio bu ligde 7 sene top oynadı ne de olsa. Futbolunu burada geliştirdi ve bu lige birşeyler kattı. Oysa Hamit ya da Mesut futbolu Almanya’da öğrendi, orada gelişti. Şimdi hangi hakla Mesut’un Türkiye Milli Takımı’nda oynamasnı istiyoruz anlamıyorum. Biz bu genç nüfusla Mesut gibi futbolcular yetiştiremiyorsak burada tek suçlu bu ülkenin futboldan sorumlu insanlarıdır.

Yukarıda söylediklerimi bir kenara bırakıyorum şimdi. Gelelim meselenin Cruyff kısmına. Biz oyuncu devşirme tartışmaları yapaduralım, İspanya oyun stili devşirerek bence bu işe son noktayı koydu. Aslında bu hayata bakış açısındaki farklılığımızı gözler önüne seriyor.

Yani bizim bir ekolümüz, sistemimiz var da sanki Mesut’un mevkisinde zaafımız var. Yoksa iyi futbolcu, bulunsun diye mi istiyoruz? Mesut’u bulunsun diye takıma almak en başta O’na daha sonra da Mesut’u izlemekten keyif alan insanlara ayıp olur. Hedefiniz, amacınız, sisteminiz,vizyonunuz yoksa bu takım Mustafa Izzet’i de gördü, Yıldıray Baştürk’ün kadroya alınmadığını da.

Zamanında Löw’ü, Del Bosque’yi kovalayanlar, Klinsmann’ın istifasının ardından koltuğu yardımcısına verenleri örnek alacaklarına Oğuz Çetin’in, Metin Tekin’in emeklerini görmezden gelecekler ve sonra da Mesut’a kızacaklar. Ne de olsa burası Türkiye!

Son olarak zararın neresinden dönsek kardır deyip Hiddink’i getirerek ekol devşirmeye niyetlenenlere ‘hayırlısı’ diyorum.

Aklımızda Kalanlar...

4 yıl bekliyoruz bunun için. Öncelikli belirtmek isteğim bir öneri. Ki sanıyorum ki bu öneriyi getiren sayıca binleri belkide milyonları bulan insan vardır dünyada. Oda şudur ki şu kupa 2 yılda bir yapılsa, keza Avrupa Şampiyonası da öyle her yıl boş kalmasak, futbol izlesek. Hem dünya ekonomisi açısından da iyi olur. Bakın G.Afrika'ya giren döviz bu yaz ne kadar artmış? Bence Blatter değerlendirmeli bu fikri artık. Çok yönlü, her yönüyle de olumlu olduğuna inandığım bir proje. Büyüsü kaçar mı derseniz? Yaşamadan bilemeyiz derim.

Neyse hayalciliği bırakıp, gerçeğe dönelim. 2010 Dünya Kupası'da sona erdi. Kupa öncesi beklentileri karşılayan yahut karşılayamayan bir çok oyuncu ve takım oldu. Sonuçta İspanya şampiyon oldu olmasına ama kupa süresince yaşanan bazı olayları değerlendirelim istedim.

Kupanın en büyük hayal kırıklığı sanırım tartışmasız Wayne Rooney! Özellikle geçen sezon sonlarına doğru yakaladığı grafik, yazarlarımız dahil bir çoklarını heyecanlandırmaya yetmişti. Özellikle son maçlarda yaptığı hat-trickler ve yoğun enerjili oyunu, kupaya damga vurması öngörümüzü pekiştirmişti. Fakat ne yazık ki gruptan ilk sırada çıkabileceğini düşündüğümüz İngiltere'nin kötülüğüne bir de Rooney katılınca Alman hezimetine uğrayanlar listesine 2. turdan katıldılar.

Ufak bir paragraf da bu oyuncu hayal kırıklıkları konusunda Torres için açmak gerek. Özellikle Benitez'in gidip gitmeyeceği konusu açılınca yanında açılan konu Torres'in gönderilip gönderilmeyeceği idi. Gerek Liverpool'un yaşadığı maddi sıkıntı gerekse de bu teknik direktör sorunları gündemdeyken adı fazlasıyla geçti medyada. Bir de yaşadığı sakatlık vardı. Turnuva süresince beklentileri karşılayamayan kilit oyunculardan biri oldu. İster istemez insanın içinden bir ses diyor ki, "Torres formda olsa İspanya daha farklı damga vurabilir miydi turnuvaya?" Ama burdan da şampiyonluklarını gölgelemek istemem.

Ama bir Forlan vardı ki turnuvada. "Vay bee" dedirtti izleyen herkese. Avrupa Kupası şampiyonu olarak geldiği turnuva da en azından ünvanını karşılayacak bir performans göstermesi gerektiği paydasında birleşenlere nispet, ortaya koyduğu müthiş performansı, kapanış maçında attığı o muazzam golle de el salladı bize. Akreditasyonlu medya mensupları arasında yapılan oylama ile de Altın Top ödülünü kazanarak, Avrupa Ligi Şampiyonu ünvanı ile geldiği turnuvada, bu ünvanını geliştirmiş oldu.

Beklentilerin içinde olmayan bir Müller vakası yaşadık birde. 1 yıldır profesyonel olan oyuncu attığı 5 golle, yaptığı 3 asistle turnuvaya açık ara damga vuran oyuncuların başını çekiyor. Sahada olduğu her an, takım adına en önemli koz olan oyuncu, genel anlamda formda olan takımda Mesut'la beraber yıldızı en çok parlayan oyuncu oldu. Değerini de 4'e, 5'e katladı. Forlan'ı en iyi seçenler, Müller'i de pas geçmediler. Hem dakika açısından hemde yaptığı 3 asistle diğer 5 gollüler arasından sıyrılarak "Altın Ayakkabı" ve İbrahim Ayew, Dos Santos'u da geçerek "En İyi Genç Oyuncu" ödülünü kazandı.

Oyuncularda hal böyleyken, takımlar klasmanında turnuvaya damgasını vuran takım kuşkusuz Fransa ve yankıları oldu. Fransa'da ki sorunlar aslında yeni değil, hep vardı ama turnuva içerisinde yaşanan antremana çıkmama, basın bildirileri ile federasyona yapılan göndermeler, Anelka'nın kadro dışı bırakılması ve tam bir fiyasko olan grup sonunculuğu. Bu konu hakkında çok yazıp çizdik, ancak yapılan başlıca hatalar yüzünden 2006'da final oynamış bir takımı bu hale getirmek tamamı ile federasyonun suçudur. Ruhsuz oyuncu sorunu bunun yanında daha etkisiz kalır kanımca.

En iyi çıkış yapmış takım içinse aday takım bence çok. Şili, Paraguay, özellikle de Gana. Afrika'da hüküm süren Nijerya rüzgarını kesen Gana Çeyrek finale kadar öyle yada böyle geldi. Kıtanın umutlarını sürdüren ve eskiye nazaran daha mütavazi olan kadroları ile bunları başarmaları takdire şayan. Paraguay ise grup maçlarında oynadığı futbolla göz doldurdu açıkcası. Nefesleri çok uzun sürmese de şöyle düşünelim. İngiltere, İtalya, Fransa gibi major takımların çıkamadığı 2. turda çıkıp oynadılar. Cabası birde çeyrek finale kaldılar. Şili de 2.tur da Brezilya yerine daha dişine göre bir takımla eşleşebilme fırsatını bulsaydı çeyrek final görebilirlerdi. Bu açıdan bu 3 takımı turnuva sürprizleri olarak nitelendirebilirim.

Son olarak ise "zaten kendinden beklenen buydu" diyebileceğimiz takımlara bakalım. Portekiz beklendiği üzere C.Ronaldo'nun kendini beğenmiş tavırları ve takımdan üstün olduğu düşünceleri ile ancak 2.tura gelebildi. Slovakya belki şansları yaver gitseydi bir-iki adım daha ileriye gidebilirlerdi ama güçleri ortada. 2.turun gelişi sürpriz değildi, aynı çeyrek finale çıkamamalarının sürpriz olmadığı gibi.

Birde benim için bekleneni -zor da olsa- veren İspanya bu kategoriye girmeye hak kazanıyor. Turnuva öncesi Favorim adlı yazıda bahsettiğim üzere, favorimin kupaya uzanmış olsa mutluluk verici. Bahsettiğim gibi Torres biraz daha formda olsaydı bu ara notu yazmayacaktım.

Adettendir dedik, turnuva öncesi turnuvaya katılayamayanlar için yaptığımız gibi, sevgili Pascal ile turnuvanın naçizane 11'ni kurduk.

Kaleci: Casillas(İspanya)
Savunma: Lugano(Uruguay), Puyol(İspanya), Lahm(Almanya),
Orta Saha: Müller(Almanya), Schweinsteiger(Almanya), Iniesta(İspanya),Xavi(İspanya), Sneijder(Hollanda)
Forvet: Forlan(Uruguay), Villa(İspanya)

And The Winner Is


İnsanoğlu(ben dahil) bencil efendim. Dövünüp durduk "Bu ne biçim futbol! Dünya kupası bu değil!" diye. Ama bitti işte. Şimdi utanmasak, her daim dilimizden düşürmediğimiz vuvuzelayı bile özlediğimizi söyleyeceğiz ama allahtan o aşamaya henüz gelmedik. Gelenlere yada gelecekler dostlara ise şimdiden selam olsun.

3.lük maçını izleyen arkadaşlar, finali izlerken "of"layıp, "puf"lamışlardır kanımca. Çünkü ben aynen de dediğim gibi yaptım. Forlan'ın o enfes gölü esnasında Pascal ile telefonda önemli bir konu konuşuyorduk. Gol olduğunda garip sesler yükselmeye başladı ikimizden de. O an o konunun zerre önemi kalmamıştı. "of beaaa" , "o ne öyle beaa", "gole bak ulan" tarzı sesler, varsa şayet ülkemizde telekulak denen şey ve olası bizi dinlemeye filan aldılarsa eminim vazgeçirmiştir onları bizi dinlemekten. Final gelip çattığında ise benzer sesler sıkıntılı tonlara dönüşüyordu.

Bunu birazda finalin stresi, 2.lük maçının ise rahatlığına bağlamak mümkün tabi. 23. dakikada 4 sarı kart çıkmışken bunları takımların 2'şer 2'şer paylaşması gerginliğin göstergesi gibi. 4 yılda bir gelinebilecek bir yerdesiniz ve telafiniz olmayabilir. Oyuncu psikolojisini de az biraz anlamalı.

Tüm bunlara "pekala" diyoruz ama dün gece ki Hollanda'da yenir yutulur gibi değildi. Şimdi oyuncuları da anlamak lazım dedim ama turnuva boyunca, Ali Ece'nin tabiri ile "Total Kontrol"e dönen oyunlarının belkide en beterini izledik. Yanlış zamanda patlak veren bu durum malesef Hollanda'nın 3. defa eli boş dönmesi gerçeğini hayata dönüştürdü.(Hele Robben'in 2 tane karşı karşıya ve %100 net pozisyondan yararlanamaması akla ziyan).

Turnuva başında Favorim başlıklı yazıda belirttiğim favorimin kupayı kazanması benim adıma ayrıca bir mutluluk kaynağı olurken, 2008 Avrupa Şampiyonluğu ardından 2010 Dünya Şampiyonluğu'nu da kazanan İspanya'ya tebrikler. İlk maçında yenilerek kupayı kazanan ilk takım oldu Dünya Kupaları tarihinde. Cruyff'un yarattığı sistemle yetişen ekol için, dün hayal ve hedef olarak koyduğu her şeyi bir bir gerçekleştiriyor. Aslında ülke olarak İspanyolların spor alanında atakları göze çarpıyor. Tenisde Nadal, Baketbol'da Gasol, Motocross'da Lorenzo örnekleri aslında onların sporun birçok alanında ne kadar başarılı oldukları ve ülkede ki spor devriminin kanıtları.

Her şey istatistik değil futbolda, bazen kağıt üzerinde üstün olan takımlar olmadık yenilgiler alabiliyorlar ama istatistik de olmazsa olmaz. Finalin istatistiklerine de bakıldığında göze çarpan ilk unsur sarı kartlar oluyor. 14 sarı kartla final tarihine geçen maçta, özellikle de Jong'un Karatekid'den esinlenme uçan tekmesi, gerekli cezayı alsaydı, "Zidane Kafası" tarzı bir etki yaratabilirdi.

Son olarak da hayatımıza, Üründülzela'dan kalma boşluklar için bize önerilmiş ahtapot Paul devşirmesi girdi. Hayvanat herşeyi bilmişmiş falanmış. Onun içinde bir istatistik yapılmış, okumuştum biryerde. Genelde hep sağ tarafa yöneliyormuş. Artık olmadık komplolar üretilir ki haber bültenlerinde papağanına, zürafasına aynı deneyi yaptıran sevgili girişimcilerimizi de izledik. Sonumuz hayrola.

Kaynak: İstatistik fotoğrafı, BBC Türkçe Fan Sayfası'ndan alınmıştır.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Aslı Aker Röportajı


Blogger aleminin takipçileri kendisini tanır, Ceza Sahasının Dışı adlı blogun sahibi Aslı Aker'i. "Bir Hatunun Gözünden..." amacı ile yola çıkmış, nadir bayan futbol blog yazarlarından biri kendisi. Ben ilk blogu keşfettiğimde fazlası ile ilgimi çekmişti. Çünkü her erkeğin yaşadığı gibi bende kız arkadaşla(sevgili yahut arkadaş) maç izleyememe, futboldan bahsedememe sorunları ile karşı karşıyayım. Bu anlamda da, yazdığı her yazı ile beraber, oturup bir bayanla yahut kendi deyimleri ile bir "Bıyıksız"la, kaba bir tabir ile çatır çatır futbol sohbeti yapabilmenin vereceği hazzı hissettiriyor bize.

İsterdim ki geçiş cümlesini "O'nunla, karşılıklı kahvelerimizi yudumlarken, harika, sımsıcak bir futbol sohbeti yaptık" şeklinde yazmayı. Ancak farklı şehirlerde oluşumuz, e teknolojinin de bu kadar ilerlemiş olması sonucu kurduğumuz e-arkadaşlık, maksimum keyifte bir e-röportaja dönüştü. Aynı keyifle okumanız dileği ile...

SAMN: Malum şuan ki yegane uğraşımız Dünya Kupası. Bende bu taraftan başlayayım istedim. Kupada favori gösterdiğin takımlar başta Hollanda, ardından İspanya, Uruguay şeklinde sıralanıp gidiyor. Bunların 3'de yarı finale kaldı ve artık bir yol ayrımına gelindi. Sen hangi yolu tercih ediyorsun?
AA: Evet, turnuvanın başından beri "yüksek sempati" sebebi ile Hollanda desem de İspanya, Arjantin ve Uruguay'ın turnuva performansları şapka çıkartılacak cinsten. 4'te 3 tutturmak da bir başarı sayılabilir elbette. Şaka bir yana, Arjantin'in "hunharca" elenmesi biraz canımı yakmadı değil. Heinze, Tevez, Messi gibi çokca kıymet verdiğim futbolcuları sahada, hiç değilse bir üst turda görmek isterdim. Şimdi senin de dediğin gibi yol ayrımı. Almanya almasında kupayı kim alırsa alsın diyebilirim. Hollanda-Uruguay maçının galibi alırsa da daha bir şen olurum sanki.

SAMN: Yarı finalde Almanya,İspanya,Uruguay ve Hollanda var. Bizden kalan ise sadece Uruguay kaptanı Lugano. Senin de ona olan sevgin, blog okuyucuların tarafından aşina bir durum. Peki bizden kupaya gidenleri nasıl değerlendiriyorsun?
AA: Lugano sevgim çok fazla "ölçülebilir" bir sevgi değil. Onun tarzında ki futbolcuları farklı formalar giydiklerinde çok da güzel sözlerle anmıyorum, bu bir gerçek. Dolayısıyla rakip taraftarın ona olan sıcak yaklaşımını(!) da yadırgamıyorum. Ben olsam ben de sevmem adamı yani! Ama kendisi inandıkça göze alamayacağı hiç bir şey yok bu adamın sahada, keşke herkes onun kadar yüreğini koyabilse sahada ortaya. Elano, Neill ve Kewell'ı izlemeyi bekleyen dostlar biraz gözleri boş döndüler turnuvadan. Kewell'in çok talihsiz refleksi hakikaten beni bile üzdü yani oturduğum yerde! Bizden gidenlerin en bizdeni sanırım Gana kalecisi Kingson. Faruk mu demeliydim bilmiyorum ama turnuvada Eren, Hakan ve Mesut'tan sonra en Türk adamdı yani. Sanırım Mesut ve Faruk'u diğerlerinden ayıracağım bu noktada.

SAMN: Bir de Mesut Özil gerçeği var tabi?
AA: Mesut oyunu okuyabilen bir oyuncu. O yüzden de bana kalırsa çok kıymetli. Sahada sanki iki sonraki pasın nereye gideceğini, topun nerede duracağını biliyormuş gibi hareket ediyor, güven veriyor. Bunun dışında arzulu ve becerikli bir takım adamı. "Kaleyi gördüm, o zaman vurayım"cılardan değil, skora katkı yapacak asistleri yapmaktan çekinmiyor. Böylesi futbol zekasında isimleri izlemek her şeyden önce seyirciye de zevk veriyor tabii. Adamın takımına kattıkları da zaten ortada. Bundes Liga'dan daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum ben. Biraz da endişeliyim ama. Özellikle Türkiye'de üzerine gitmeye yer arayanlar çok var bu çocuğun, neden Türk Milli Takımı'nı seçmemiş falan diye... Yıpratmalarından çekiniyorum. Fakat Mesut kaya gibi. Umarım hepsinin, tüm baskıların karşısında durmayı bilip her geçen yıl elindekilerinin üzerine daha fazlasını koyacak.

SAMN: Takımların sezon hazırlıkları başladı ve kupanın sonuna doğru da yaklaştıkça yeni sezon heyecanı da sarmaya başladı bizi. Geçtiğimiz sezonun yaralarını nasıl sarar sence Fenerbahçe? Aykut ve Stock hamleleri yapıldı şu ana kadar.
AA: Geçen sezonun yaralarını saramaz bende Fenerbahçe, kendindekileri de sarıp sarmadığını göreceğiz ama şimdi ki hamleler benim beklediğim "radikal"likte değil. Radikalliğini geçtim, gerekli ve yeterli hamleler de değil. Daum, evet, bir sezon boyunca takımı doğru kullanamamış, son haftalarda sürekli 1-0'larla ve arada iyi oyunlarla takımını yarıştan koparmamış bir teknik direktör. Ve ne yazık ki günah keçisi. Çünkü böylesini seviyoruz biz. İlla ki sorumlu olacak biri kaçan şampiyonluktan. Bir de daha fenası Zico'yla birlikte ayyuka çıkan ve sonrasında da devam eden bir "teknik direktör gönderme faslı" var ki hakikaten sinirimi bozuyor, ahlaklı bulmuyorum yöntemleri. Bu kadar basına malzeme olmadan, arkadaş sen bize başarı getiremedin, al paran, bu da teşekkürün diyerek ayrılmalı yollar. Günde kırkı kere Aragones gitti mi kaldı mı, Daum açıklama yaptı kalacakmış haberi duymaktan içim çıkıyor yani. Şu an Fenerbahçe'nin sorununu da futbolcuların, kadronun yetersizliğinden çok, yönetimin yetersizliği olarak görüyorum. Aykut da bu yetersizliğin sonuçlarından biridir. Ki Aykut Kocaman benim çocukluk idollerimden biri ve bu takımında yadsınamaz değerlerinden biridir. Dilerim beni yanıltacak, sözlerimi yedirtecek şeyler yaşanır bu sezon. İnan ki şampiyonluklarda, kupalarda değilim ben. Sadece istikrarlı futbol ve aklı başında bir yönetim görmek istiyorum o kadar.

SAMN: Birde başa bela dene Güiza konusu var tabi. Halen netleşmedi kalacak mı gidecek mi. Sence Güiza Aykut Kocaman'la kendini bulur, İspanya'da kaydettiği golleri bize de izletir mi artık? Yoksa herşey için artık çok mu geç?
AA: Güiza'nın gideceği yönünde ki açıklamalar sıklaştı bugünlerde. Ama bilemeyiz tabi, her sezon gönderiyoruz bir yere de kim alıyor onu bilmiyorum! Güiza'nın sorunu ortam, sistem, taktik sorunu falan değil, kumaş sorunu ne yazık ki! Adamın kapasitesi bence bizde gösterdiği kadarı, geri kalanı şans. La Liga'da gol kralı olmuşmuş efendim. Olmuş da n'olmuş? Öncesi neymiş bu adamın, sonrası neymiş? Süper lig'de de görmedik mi öyle gol kralları, bir parlayan bir sönen? O sezonu kötü geçiren golcüler varsa ve senin de şansın yaver gidiyorsa gol kralı olursun yani, buna şaşırmamak lazım. Ha bunu söylerken Fenerbahçe'nin yaptığı işi küçümsemiyorum. Güiza bence önemli de bir transferdir, o sezon birileri onu almak isterken Fenerbahçe'ye gelmesi mühimdir. Fakat Fenerbahçe'ye verebilecekleri verdiklerinin üzerine çıkamaz şu saatten sonra.

SAMN: Geçen sezon şampiyonluğun kaçtığı maç hakkında yazdıkların gerçekten de süperdi. Ben büyük bir zevkle okumuştum ve eminim ki birçokları da benimle aynı zevki almıştır okurken. Ülkemizde de biraz içten pazarlıklı bir taraftar yoğunluğu olduğu kanısındayım. Yani takım yenince "Oley!", yenilince ise "Tü!, Kaka!" yapılıyor. Sen ne kadar katılıyorsun bu görüşe ve Aslı Aker'in taraftar profili nedir?
AA: Teşekkür ederim öncelikle, bunu duymak çok güzel. İçten pazarlıklı taraftar profili görüşüne katılıyorum, yoğunlukta böyleler belki, evet. Ama bu biraz da toplumun yapısı ile alakalı. Biz, bizi bugün mutlu eden şeyi salyalar akıtarak alkışlarız, işimize geldiği sürece. Yarın mutlu etmedi, çıkarlarımıza hizmet etmedi mi döneriz arkamızı. Ne yazık ki seviyoruz böyle çirkinlikleri de itiraf edemiyoruz bir türlü aynanın karşısına geçip. Aslı biraz bu gruptan ayrılan bir taraftar. Maçları stadyumdan izlemeyi seven, oraya gidince de çekirdek yemeyen, orada olmanın hakkını sesiyle veren taraftar. Bunu söyleyince şaşırıyorlar,ne yani, tezahürat falan mı ediyorsun diyorlar, bir de serde hatun olmak var tabi.. Elbette tezahürat yapıyorum, en azılısını da yapıyorum hatta! Çünkü benim orada olma nedenim kalabalık yapmak, görüntü yapmak değil ki. Takımıma destek olmak için oradayım ben. Oturacaksan, evdeki koltuğuma oturur izlerim maçımı mis gibi. Taraftar kulübünü sevmeli, bugün gelmiş yarın gidecek adamları değil. Yöneticiler elbette ki saygıdeğer adamlar, futbolcular da öyle. Kaliteleri ve başarılar, bazen de başarısızlıklarını göğüslemeleri ile efsane olabilirlerse ne mutlu onlara, onlar da kıymetliler listesine yazılır. Ama aslolan kulüptür. Onun yanında ne kadar durabildiğindir. Taraftar olmak, biraz da bu bilinçle hareket edebilmektir benim için.

SAMN: Her erkeğin hayalidir, kız arkadaşı ile oturup maç izleyebilmek. Ama böyle zevkle, iştahla. Bir yandan onunda gönlünü edeyim derken atılan golü kaçırmadan. Bu açıdan sizin gibi hanımefendilere çok ihtiyacımız olmakla beraber bu konuda ilginç bir anın var mı?
AA: Erkeklerin bu konuda biraz ikiyüzlü olduklarını düşünüyorum ben açıkcası. Böyle arkadaş arasında "ah keşke olsa şöyle futbol seven bir sevgilim, maça gitsek birlikte" bilmem ne diyorlar, ama gerçekten futbol seven bir kadınla karşılaştıklarında da ne yapacaklarını şaşırıp 'sen biraz geri dur bakalım'a getirebiliyorlar lafı. Benim bu konuda ki anılarım genelde sevgili değil de arkadaşlarımla ilgili oluyor. Dışarıda bir yerlerde maç izlemeye gittiğimde herhangi bir erkek arkadaşımla, ben televizyonu güzel bir açıdan gören masa ve koltuğu seçip hararetle maçı izleyince, yanımda ki arkadaşıma "ne kadar şanslısınız, bizin hanım evde rahat vermiyor" diyen garsonlara rastlayabiliyorum sık sık. Sonra "sadece arkadaşız" açıklamaları geliyor tabi.

SAMN: Son olarak da yaptığın işlerden bahsedelim. Ceza Sahasının Dışı isimli blog, Cafe Ruj Dişital Platformu, NationalTurk.com yazarlık yaptığın mecralar. Diğer bir deyişle, senin futbolunu okuyabileceğimiz mecralar. Yazılarına ne tür tepkiler geliyor?
AA: Ben uzun zamandır futbol izleyen, futbolu da seven biriyim. Yaklaşık 7 yıldan beridir de yazarım, profesyonel olarak bu işi yapıyorum. Bir gece apansız futbol yazmaya karar verdim ve o gecenin ertesinde Ceza Sahasının Dışı vardı. Kendi kendime, yakın çevremle konuştuklarımı insanlara da aktarmak istedim, öylece doğuverdi. Beklediğimden çok daha yoğun ilgiyle karşılandığını söyleyemeliyim. Üslup olarak çok beğendiklerini dile getiriyor insanlar, bende inanılmaz mutlu oluyorum elbette bu durumdan. Cafe Ruj ve NationalTurk de, benim blogumda ki yazıları okuyup yine bana oradan ulaşan çok değerli arkadaşlar sayesinde yazdığım önemli internet siteleri oldular. Futbolu izlemek, futbola dokunmak, insanlarla paylaştıkçadaha bir lezzetli olmaya başladı diyebilirim.

SAMN: Bir de MenEMen var. E-Dizi tarzında hoş bir komedya.
AA: MenEMen bir internet dizisi. Pozitiftv.com'da her Perşember yeni bölümlerini yayınladığımız mini bir sit-com. Dizinin senaryosunu ben yazıyorum. Genco Çağlar ve Murat Karakaş ise oyuncularımız. Göz açıp kapayıncaya kadar 15 bölümü devirdik sahiden. İki çağrı merkezi çalışanının komik kesitler geliyor ekrana. Oldukça olumlu tepkiler alıyor o iş de ve mutluluğum katlanıyor.

SAMN: Son günlerde de gerek sanal alemde gerekse de gerçek hayatta ses getiren bir projede görüyoruz seni: "Bıyıksızlar". Bu fikir nereden çıktı? Sen nasıl dahil oldun? Biraz bahseder misin?
AA: Bıyıksızlar bir internet oluşumu. Farklı meslek gruplarına mensup, sosyal medya da aktif, büyük kısmı da blog yazarı ancak en büyük paydaları futbol olan kadınların bir arada olduğu oluşum. biyiksizlar.com adresinde her gün güncellenen futbol yazıları yazıyoruz. Fikir, şuan gizli kalma taraftarı olan sevgili "Patron"umuzdan çıktı. Bana bu projenin gelmesi biraz zaman aldı bildiğim kadarıyla. Zira benim kendi blogumda da futbol yazdığımı bildiğinden arkadaşlar, çekinmişler acaba katılmak ister mi diye. Projeyi sevdim ve kimlerin dahil olduğunu bile sormadan tamam dedim. Şimdilik oldukça keyifli gidiyor, ilk yayına girdiğimiz gün 30.000 tekil ziyaretçi girdi siteye, basının büyük bir ilgisi var. Sanırım uzun soluklu bir oluşum olma yoluna hızla girdi Bıyıksızlar.

Sevgili Aslı Aker'e ilgisinden ötürü çok teşekkür ediyorum. Umarım bizim aldığımız keyifle sizde okumuşsunuzdur. Bundan sonra da Scarf Around My Neck olarak gerek blog yazarları gerekse de kulüplerle(gerek antrenörler gerekse de futbolcular) röportajlarımızı sürdürmeye çalışacağız. Sevgiler...





7 Temmuz 2010 Çarşamba

Alkışlarla...


Çok beğendiğim Uruguay dan bahsetmek de istiyorum.. A Grubunda Fransanın arkasından ikinci olabilecek gözüyle bakılan Uruguay.. Ancak Fransa herkesin değil de bizim beklediğimiz gibi çıkınca grupta lider olmak da çok zor olmadı Uruguay için. Ardından G. Kore yi elediler. Suarez attığı iki golün yanında bencilliğiyle maçın adamı olmuştu G. Kore ye karşı... Haa, asıl noktayı pas geçmeyelim.. Uruguay daki esas adam Diego Forlan. Topu her ayağına aldığında, ya da top ona doğru her hareketlendiğinde bütün Dünyanın heyecanlandığına inandığım adam. Hollanda tebriği fazlasıyla haketti ancak büyük bir takdir de Uruguay a ayırmak lazım. Çeyrek finaldeki Gana maçında olay adam olan Suarez dün akşam oynasaydı acaba değişir miydi? Benim görüşüm en azından uzatmaya gidebilirdi, ama turu geçen taraf yine Hollanda olurdu sanırım..

Uruguayın attığı gol sırasında;

Forlan topu sağdan hareketlenen arkadaşına atmak yerine sol ayağıyla diklemesine kaleye doğru hareketlenmeyi tercih ettiği an, evdeki 3 kişiden de aynı cümle çıkar mı arkadaş " Forlan atar, PES de hep atıyo bu golleri." Sonuç, sol ayağının içiyle vurduğu top süzülerek kaleye girer...

Benim takıldığım bir nokta var, Tabarezin 84. dakikada Forlanı oyundan alması. Yerine giren Fernandez naptı çok da göremedik ama belki "O" sahadayken maç 3-2 olmuş olsaydı, vs, vs... Tabarezi eleştirmek düşmez bize, sonuçta yarı finale takımını taşıyan da o.

Ben iki takımı da; Robben, Sneijder ve Forlanı da ayrı ayrı alkışlıyorum.. Bu yaşta belki turnuvada atılacak en iyi golü atan Van Bronckhorstu da unutmadım...

Viva Hollandia...

Fırtına misali eserek geliyor Portakallar. 14 maçtır yenilmeyerek herkese bağıra bağıra söylüyorlar bu gerçeği; "Kupa bizim olacak!".

Elemelerde ki 6 maçtan sonra, kupada da 8 maçtır kazanıyorlar. Tüm bu galibiyetleri hakediyorlar da. 35'lik van Bronckhorst'un performansı bu düşünceyi destekleyici nitelikte. Yarı finalde attığı gol buram buram tecrübe ve beceri kokuyordu. Tabi birde arzu,hırs ve istek. Birde takımın yıldızları, Robben, Sneijder, Kuyt kariyerlerinin en pozitif futbolunu oynarak yıldızlaştığı dönemdeler. Hele bir Sneijder var ki sahada, ona birazdan değineceğim.

Hollanda, katıldığı her turnuvayı hem taraftarı ile hemde futbolcuları ile açık ara renklendiren yegane takımlardan biri. Fakat bu renklerin arasına şampiyonluk ünvanını koyamamışlardı. Şuan buna sadece 90 dk. uzaktalar. 9 kere katıldıkları turnuvalarda, 2 defa final (74 Almanya'da Almanya'ya 2-1, 78 Arjantin'de Arjantin'e uzatmalarda 3-1 kaybettiler) oynamış, bir defa da üçüncülk maçına(98 Fransa'da Hırvatistan'a 2-1 kaybettiler) çıktılar. Final maçlarına dün 2010 Güney Afrika'yı da eklediler. Bakalım bu sefer mutlu sona ulaşıp kupayı, 35'lik van Bronckhorst'un elinde yükselirken gösterebilecekler mi bize?

Gelelim Wesley Sneijder'e. Hakikaten son 2 maçtır ayakta alkışlıyorum kendisini maç bitimlerinde. 26 yaşında ki oyuncu, parladığı Ajax kariyeri ardından adeta ikinci baharını yaşıyor son dönemlerde. Milli takımda Robben'le oluşturduğu ikiliye(ki şampiyonlar finali oynamış bir ikili) Kuyt'da katılınca seyir zevkim tavan yapıyor. Sevgili Flying Dutchman kendisi için bir kaç istatistik vermiş. Turnuva'da kırdığı ve kırması muhtemel rekorları anlatmış. Bir bakın isterseniz.

Başlıkla bitiriş eş olsun. ...Viva Hollandia...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Şampiyon Belli


Kaynak:Neonebu

4 Temmuz 2010 Pazar

Bakircioglu Racing Santander yolunda


Bir dönem CM cilerinin vazgeçilmezi Kenedy Bakırcıoğlu,Sky Sports'un haberine göre Kayserispor'dan gelen teklifi reddetmiş ve Primera Division takımlarınadan Racing Santander e imza atmaya çok yakınmış.
Pavel Brozek in Denizlispor'a, Aghahowa'ın Kayserispor'a gitmesinden sonra bir CM transferine daha şahit olacaktık ki kısmet değilmiş.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Johan Cruyff

Mr. Total Futbol olarak adlandırdığım Baba Cruyff Brezilya maçından birkaç günkü röportajında şu sözleri sarfetmiş:

"Brezilya dünyanın en sıkıcı futbolunu oynuyor. Brezilya dendiğinde, Gerson, Tostao, Falcao, Zico yada Socrates gibi oyuncular aklıma geliyor. Bugün ise tek gördüğüm Gilberto Silva, Melo, Bastos ve Baptista... Brezilya'nın sihrine ne oldu? Böylesine sıkıcı bir takımı izlemek için bilet parası asla vermem. Brezilya kazanmak için rakiplerinden daha fazla çalışmalı. Çünkü özel bir takım değiller. Savunmanın sarsıldığı her maçı kaybedebilirler."

Aslında açıklayıcı nitelik taşıyor bu sözler. Ne için mi? "Neden herkes bu kadar seviyor Cruyff'u?" İşte bunun için...

2 Temmuz 2010 Cuma

İskoçya'da Bir İlk

Bugün İskoç futbol tarihinde bir ilk yaşandı. 09/10 sezonunda Second Division'da şampiyon olarak First Division'da olmaya hak kazanan Stirling Albion takımı, görüşmelerden sonra taraftarlarınca satın alındı.

Resmi siteden yapılan açıklamanın ardından takım, taraftarlar tarafından satın alınan ilk İskoç takımı olarak tarihe geçti. Resmi açıklama buradan.

Kulüp hakkında bilgi edinmek için ise buradan .

1 Temmuz 2010 Perşembe

Olmadı...















EN BÜYÜK HAYAL KIRIKLIKLARIMDAN....

Sona Çeyrek Kala...

Açıkcası elimden geldiğince yazmaya çalıştım Dünya Kupasını ancak bulunduğum koşullar (bknz. Grup Maçları#4 Girişi) ve iş tempomdan ötürü maçların çoğunu izlesem dahi yazıya dökemedim. Bugünün rahatlığı ile-neden rahatız onu da anlamadım ama- elimden geldiğince aktarımda bulunmaya çalışıyorum. Siz okurlarımıza gerek anlayışınız gerekse de takipçiliğiniz için teşekkürü bir borç biliriz.

Dünya Kupası'nda grup maçları bitti ve biteli çok oldu evet:) Ardından oynanan 2.tur maçlarından sonra ise verilen 2 günlük aradan sonra festival Çeyrek Final maçları ile devam edecek. 2-3 temmuzda, alışkın olduğumuz günde 2 maç çoşkusuyla yarı finale safhasına gelecek turnuva. Bu yazıda çeyrek final eşleşmeleri olan Hollanda-Brezilya, Uruguay-Gana, Arjantin-Almanya ve Paraguay-İspanya maçlarını değerlendireceğiz. Biraz iddaa, biraz da takım değerlendirmeleri olacak.

1- Hollanda - Brezilya

Bu eşleşmede ki iki takımda eski kimliklerine nazaran daha defansif bir oyun sergiliyorlar turnuvada. Bunu biraz da üzerlerinde ki baskıya ve endüstriyel futbol denilen şeyin tüm dünya üzerinde ki etkileri ile tüm takımların birbirini eleyebileceğinin verdiği korkuya bağlıyorum ben.

Hollanda Cephesi: Hollanda'nın bu sene oynadığı kadro biraz daha zayıf açıkcası. Özellikle de savunması. Grupta ki rakipleri Japonya, Danimarka ve Kamerun'la aynı kefede değillerdi ve sadece 1 gol yiyerek gruptan çıkmışlardı ama daha genç ve istekli Slovaklar karşısında savunmanın zorlandığı belliydi. Ki 3 maçta yediği 1 golden sonra 2.turda 2 gol birden yediler. Brezilya'nın gözü açık ileri uç oyuncularına karşı da zorlanacakları kesin. İleri uçta ise Van Persie yetmiyor. Özellikle de güçlü stoperler arasında kaybolup gidiyor. Huntelaar dersen, zaten yetenekleri sınırlı olduğu için doğru tercih olmayabilir derim kendimce. Fakat orta sahadan bahsetmek gerekirse, methiyeler bile dizilir işte bu konuda. Hele ki Robben ve Sneijder derseniz, susmam sabaha kadar konuşurum. Zaten bu turu belirleyecek kilit nokta orta saha sanırım. Tur şansları %40.

Brezilya Cephesi: Brezilya'nın şampiyon 2002 turnuvasında Rivaldo'nun orta saha becerisi önemliydi. 2010'da ise en büyük eksik bu. Robinho malesef istekleri karşılayamıyor. Kaka formsuz. Fabiano ise inişli çıkışlı performansıyla güven vermiyor. Elano'nun ve geriden gelen beklerin düzenlediği hücum organizasyonları, bu maçta Elano olmadan nasıl gerçekleştirilecek merak ediyorum. Yokluğunda oynayacağını tahmin ettiğim Alves'in performansıda diğer bir merak konusu. Savunmada ise müthiş bir dörtlü var. 2.tur maçında nerdeyse Şili'ye pozisyon vermeden maçı bitirdiler. Tur şansları %60.

İddaa oynayacak olsam: İlk tercihim ALT olmakla beraber, sürpriz için beraberlik.

2- Uruguay - Gana

Birçoklarına göre Uruguay'ın şuan bulunduğu konum, onlar adına bir sürpriz. Ancak ben turnuva öncesinden onların kupada ileriye doğru gideceklerini tahmin ediyordum. Şampiyonluk şansları ise yok denecek kadar az olmasına rağmen oynadıkları futbol ile yarı finalist olma ihtimalleri yüksek. Gana ise kısıtlı oyununa rağmen buralara kadar geldi. Grup maçlarında iyi oynuyorlardı ama ABD maçından turla dönmeleri tamami ile bir şansdı. Afrika'nın yeni umudu olma yolunda ki maçta gösterecekleri performans önemli olabilir.

Uruguay Cephesi: Defansta Lugano'nun önderliğinde sahaya çıkan Uruguay gerçekten de olduğu yeri fazlası ile hakediyor. Orta sahada ki oyuncuları güçlü ve takım olmak adına başarılılar. İleri uçta ise açık ara turnuvanın en formda ve en iyi ikilisi Forlan-Suarez ikilisi var.Gruptan hiç gol yemeden birincilikle çıktılar ve 2.turda da sürpriz favori G.Kore'yi elediler. ilk gollerini yedikleri maçta, izlettikleri G.Kore hiç alışık olmadığımız birtakım görüntüsü sergiliyordu. Yarı finale çıkacaklar arasında banko olarak gösterebileceğim ilk takım Uruguay. Tur şansları: %80

Gana Cephesi: Gana açıkcası kalan 8 takımdaki en sürpriz takım. Hani Afrika'dan bir takım olacak deselerdi önceden çoğunun aklına gelmezdi Gana. Özellikle de Essien'in yokluğundan sonra. Gruptan çıkmaları mucize iken ABD'yi de geçip çeyrek finale kalmaları şaşırtıcı. Ancak onlar içinde yolun sonu buradaymış diyor tur şansını sadece %20 olarak görüyorum.

İddaa oynayacak olsam: Uruguay'ın galibiyeti ilk tercih, ALT seçeneği de banko görünüyor.

3- Arjantin - Almanya

İşte çeyrek finalin asıl maçı. Açık ara turnuvanın en güzel futbolunu oynadığına inandığım iki takım. Bu maçın en belirleyici özelliği ise tartışmasız: Lionel MESSI

Arjantin Cephesi: Takım olarak aslında hiç fena değiller ancak şuana kadar gösterdikleri performans, hücumda -her ne kadar Messi Barca formunda olmasa bile- problem gözükmüyor. Zaten hücumu açacak, sıkışık maçları çevirebilecek isimler mevcut. Ancak savunma biraz kafalarda soru işareti bırakmıyor değil. Özellikle havadan oynandığı zaman araya kaçacak forvetler Arjantin kalesinde tehlike yaratabiliyor. Buna rağmen kalelerinde turnuva boyunca 2 gol gördüler. Ancak şuda bir gerçek ki Arjantin ne kadar golde yese bu golleri çıkarabilecek kadar gol atma potansiyeli olan bir takım. Messi aslında iyi oynuyor. Takım sıkıştığında filan sazı eline alıyor ama Barca'da ki performansından bir adım uzakta. Bu maçta sergileyeceği performans kuşkusuz kilit nokta. Tur şansları %50

Almaya Cephesi: Gruplar başlarken o sıkıcı futboldan bizi uzaklaştıran takım ne kadar Sırbistan karşısında az da olsa durulmuş olsada (1-0 yenik kapadılar) halen oynadıkları futbol zevk verici. 2.turda ki olaylı İngiltere maçıyla daha da bir hava yakaladıklarını umuyorum. İlerde takım beyni rolünde ki Mesut'u izlemek keyif verici.-halen neden bu adamı övüyorsunuz deniyor bir çok sosyal mecrada. Yahu adamın konusu geçerken Türkiye'nin adı da geçiyor. Bırak futbolunu nerde oynarsa oynasın. Sahada ettiği küfür bile Türkçe- Sağlam kadroları ile benim Final adayım olur kendileri. Ancak futbolda kaza kurşunları da mevcut bu açıdan tur şansları %50.

İddaa oynayacak olsam: Bu maça hayatta oynamazdım. İlla oynamak isteyenler ÜST oynasın

4- Paraguay - İspanya

Gruplarda 5 puanla birinci çıkılabilen bir gruptan gelenle, nerdeyse 6 puanla elenebilecek bir gruptan gelen iki takım karşı karşıya geliyor. Güçler denk değil. İspanya'ya doğru güç kayması var. Fakat herşey farklı olabilir.

Paraguay Cephesi: Turnuva öncesinde ve grup maçlarında sürpriz favori gösterilen takımlardandı Paraguay. Kısıtlı kadrolarıyla iyi işler becerdiler. Sahada oyunu kilitliyorlar ve rakibi adeta sıkıyorlar maç esnasında. Sonra da bu sıkkınlık halinden faydalanıp galibiyete uzanıyorlar. Bu taktik Japonya maçında pek sökmedi ama turu geçebildiler. Onlar içinde yolun sonu yavaştan görünüyor olsa da, İspanya'nın İsviçre mağlubiyeti ilham verebilir onlara. Sürprizin zor olduğunu düşünsem dahi aklıma getirmeden de edemiyorum. Fakat tüm bunlar komplo teorisi, kağıt üzerinde ki tur şansları %20

İspanya Cephesi: Felaket bir turnuva başlangıcı yaptılar. Avrupa şampiyonu unvanı onları ilk maçta rehavete soktu sanırım. Birde İsviçre'nin akıllıca taktiği. Sonradan toparlandılar buralara kadar geldiler. İspanya'nın tek eksiği Torres'in formsuzluğu. Villa ise transferinin verdiği rahatlıkla müthiş oynuyor. Torres de şu işlerden sıyrılıp gelebilseydi turnuvaya çok daha iyi olabilirdi. Torres ilk 11 de başlarsa daha zevksiz bir maç izleyebiliriz diye düşünüyorum. Ama tabi ne olursa olsun turnuva öncesi de favorim olarak duyurduğum İspanya'nın tur şansı %80.

İddaa oynayacak olsam: Torres ilk 11'de tek forvet ise İY-0 ancak bankocular için tabiki de İspanya galibiyeti.

Ali Gültiken

Metin-Ali-Feyyaz üçlemesinin Ali Ayağını oluşturan isim Ali Gültiken. Beşiktaş'da efsane forvetlerden biri. Aktif futbolculuğundan sonra ticarette aradığını bulamayan(kendi ismi ile erkek giyim firması) Gültiken'e ardından yaptığı futbol yorumculuğu/yazarlığı tatmin edici gelmemiş olmalı ki, yeşil sahalara dönmeyi tercih etti. Önce Mersin İdmanyurdu'nda başladı, fakat öğreneceği çok şey olduğuna inanıp, önce Erzurumspor'da sonra da Rasim Kara'nın çalıştırdığı Yozgatspor ve Mustafa Denizli'nin Manisaspor'unda ve Pas'ın da yardımcı teknik direktör görevini üstlendi. Efsane, Beşiktaş takımına genel manacer olarak döndü fakat, oyunculuğu ile efsaneleştiği takımda, menacerliği ile efsaneleşemedi. Ardından inzivaya çekilip tekrar bir yorumculuğu denese de halen içinde ki futbol aşkının sönmediğini farkeden Gültiken, Mart 2010'da Göztepe'nin teklifini kabul ederek işte bu yazıya ilham olacak işler yapmakta. Transfer dönemi ile Bank Asya yolunda adımlarını sıklaştıran Göztepe'nin her adımında imzası bulunan Gültiken futbolculuk kariyerinde Beşiktaş taraftarına yaptığı yumruk şovlardan sonra, Göztepe taraftarına imza şov yapıyor.