Puan farkını 8'e çıkartmak ufukta ve psikolojik eşik de buralar
-
Kayserispor maçı bilmem kaç yılın en önemlisi. Puan farkını 8'e çıkartmak
ufukta ve psikolojik eşik de buralar. 8 - 10 puan dolaylarında gezen fark,
rak...
27 Eylül 2010 Pazartesi
Sahaf Festivali Devam Ediyor...
Evimin karşısında olmasına rağmen bir türlü gidemediğim Sahaf Festivali'ne bugün gidebildim ancak. Aslında geçen hafta biteceği söylenmişti ama uzatıldı. Yine de bu hafta son.Ay sonu olması kötü olsa da yine de kafama göre bir şeyler bulabildim. Futbol kitaplığı oluşturma yolunda ilk adımı atmış oldum böylece..Darısı okuyup da yorumları paylaşmaya..
Başkanlık!
Futbol kulüplerinde başkan olmak, kulübe başkanlık yapabilmek rağbet gören bir görev olsada aslında bir o kadar zor ve stresli bir iş. Özellikle son dönemlerde Premier Lig'de karşımıza çıkan kulüp satın alma işi ile Başkanlık görevine garip bir statü daha ekleniyor. Kulüp sahipleri aynı zamanda da başkanlık görevini yerine getiriyor. Tabi bu Premier Lig'de alışıldık bir durum gibi görünsede Amerikalılar, Araplar, Ruslar o bölgeyi parselleyince işler birazcık karışmış gibi görünüyor. City'liler transferlerden mutlu belki, belki Londra'da işler Chelsea için kötü görünmese de Liverpool için aynı şeyleri söylemek tabikide mümkün değil.
Son dönem filmlerinden "Damned United" da asıl hikaye Brian Clough olsada bu başkanlık olaylarını da yan konu olarak ele almış. Sivri dilli açıklamaları nedeni ile göze batan Clough, son nokta olarak Leeds United takıntısı sonucu kulüp başkanı ile yaşadığı tartışma onu Derby'de bitiren olay oluyor. Filmin o kısmında ki başkanın replikleri aslında başkanlık görevinin önemli noktalarını ortaya çıkarıyor ki film genelinde de anlatılan konular ve yaşananlar filmi izlenmeye değer kılıyor.
Bucaspor'da Spor Toto Süper Lig'in yeni ekibi olmasına karşın bu noktalara çok hızlı gelmesi sonucu, belkide yeterince kurumsallaşamamadan ötürü, dönemin başkanı Dr. Mehmet Bektur sıkıntılı günler geçirdi ve hakkında çıkan haberler sonrasında başkanlık görevinden ayrıldı. Yaşananları şu şekilde açıklayalım. Bir grubun yada topluluğun en tepesinde ve yüzü olursanız, topluluk içerisindeki çarklardan herhangi biri bile teklemeye başlarsa, kamuoyunca gösterilen hedef siz olursunuz. Konu futbol liderliği olunca da işler biraz daha bel altı konumuna geliyor malesef ki. Bu açıdan Mehmet Hoca'da bu haberleri kendine yakıştıramadığından ötürü, ilk günkü açıklamalarından başkanvekilliği seçimlerine kadar aynı tutumunu koruması ise konu dışı ona sunacağım tebriğimdir.
Dünyada topluca liderlik vasfına sahip bir milletiz. Bu açıdan tepedeki birine bir taş geldiğinde, taş atanların sayısı mitoz bölünmeye uğrayıp çok kısa sürede sayıca çok büyük rakamlara ulaşıyor. Bu taş atanlar topluluğunun bir çoğunun gözü o tepedeki koltuk olduğu aşikar iken, bir kısmıda basın-yayım işiyle uğraşan ve düşenede bir tekme bizden mantalitesine sahip olan bir topluluk. Bu son kısmı yazarken gerçektende çok üzülüyorum fakat bu gerçeği görmezden gelerek, orada dönen çarka ortak olmak çizgimize yakışmaz. Bunun önüne nasıl geçilir, çarka çomak sokanlar kim olur bilemem ama o süper kahramanı dört gözle beklediğimizse kesin.
Mehmet Başkan yerine yapılan oylamada Başkanvekili olarak Şeref Üstündağ seçildi. Şeref Başkan 2008-2009 yılında yine başkan olarak görev almıştı kulüpte. Seçimlerden sonraki açıklamalarında yönetimde birkaç ufak değişikliğe gidileceğini söyledikten sonra eklediği cümle bence önemli: "İhtiyaç duyulması halinde 2011 Ocak ayında olağanüstü genel kurul yapılabilir". Bana önemli gelen kısım, dürüstlük. Yani bu görevi istiyor Şeref Başkan ama memnuniyetsizlik halinde olağanüstü genel kurulda bu görevi kazanana devredebileceğini söylüyor. Tabi 2011 Ocak'a kadar lobi çalışmaları sonucu yine Şeref Başkan seçilebilir pek tabi fakat komplo teorileri üretmek yerine olumlu bakmayı yeğliyorum.
Mesele, başkan olabilmek değildir, mesele o görevi layığı ile yerine getirerek, apak gelinen (tabi apak gelindiyse) bu görevi yine apak bırakıp, "Ulen Helal Olsun!!" dedirtebilemektir. Yaralı başkanlara Selam Olsun!!..
17 Eylül 2010 Cuma
31'lik Kafa...
Avrupa'da Bursaspor'un ardından kalan yegane temsilcimiz Beşiktaş, ön elemelerden sonra Avrupa Ligi'e Merhaba dedi. Fakat bu merhabayı biraz geçde olsa şu şekilde dile getirdi Fabien Ernst önderliği ile Beşiktaş: "Guten Tag!".
Maçtan önce yazarımız Pascal ile geçirdiğimiz gün içerisinde Avrupa Ligi maçlarını da konuşma fırsatı bulduk. Tabi öncelikli konumuz Beşiktaş'tı, Beşiktaş'li bir yazarla konuşurken. CSKA maçıyla ilgili olarak Pascal'dan şöyle bir yorum geldi: "Ankaragücü'ne bile bu takım Q7'siz, rotasyonlu bir takımla 4 attı, CSKA'ya da en az 2-3 tane atar". Aslında verdiğim bu örnek, cümleler farklılaşsa da herkesin aklındaki düşünceydi. Maç başlayınca da gidişat biraz bu yöndeydi.
Maça rotasyon bıçağından sıyrılabilen Hakan Arıkan, İbrahim Üzülmez, Matteo Ferrari, Tomas Zapotocny, Roberto Hilbert, Guti, Tabata, Ekrem Dağ, Fabien Ernst, Mert Nobre, Filip Holosko 11'i ile başladı. Kadro dizilişine bakıldığı zaman CSKA maçı için kanımca uygun bir kadro. Maç sonu yorumlarında bir çok yorumcunun kadroyu eleştirmesine rağmen, sahanda oynadığın zayıf rakip CSKA karşısında iki ön libero olmadan atak ve daha hücumcu bir kadro kurulması çok da yanlış sayılmaz. Tabi CSKA'da kendi gücünü bilen bir takım olduğu için, kontra atakları değerlendirmeye çalıştı çoğunlukla. Özellikle ikinci yarının başlaması ile artan baskı, Q7'nin ve Bobo'nun girişi ile oyun, tamami ile CSKA yarı sahasına yıkıldı. Bir çok denemeden yararlanamayan Beşiktaş takımı, Türk futbolunun zaaflarından biri olan duran toptan geldi. Kaba bir benzetme ile maç boyunca "Çöpçü" rolünde ki Ernst, 90. dakikada vurduğu kafa ile 3 puanı ve rahatlığı getiren isim oldu. Allahı var bu maç 0-0 bitse çok yazık olucaktı, bu nedenle Futbolun Adaleti yerini buldu.
Ne olursa olsun, gelecek de konuşulsa, geçmiş de, kadroyuda tartışsak şu bir gerçek ki Avrupa Ligi'nde içeride oynanan bir maçta 3 puanla çıkmak çok önemliydi ve bunu öyle yada böyle başardı takım. Burada ufak bir parantez açayım, takım pasif bir oyun oynayarak bu sonuca ulaşmış gibi düşünülmesin. Beşiktaş neredeyse 90 dakika boyunca topa hakim ve ne yaptığını bilen bir oyun koydu sahaya. Tek eksik goldü, bunuda geçde olsa buldular. Ülke futbolumuz adına Avrupa arenasında elde kalan belki(!) tek takım Beşiktaş. İlerleyişlerinin devamlı olması önemli.
Beşiktaş:0-1:CSKA Sofia. Sonuç budur. Bu yazının sonucuda budur.
15 Eylül 2010 Çarşamba
Valencia'nın Acı Günü
Manchester United, Şampiyonlar Ligi 1. Tur C grubundaki ilk maçında Rangers'la 0-0 berabere kaldı. Kaldı kalmasına ama 2 puandan fazlasını kaybetti bu maçta. Takıma ilk katıldığı günlerde yeni C.Ronaldo olarak gelmiş tam ismi Luis Antonio Valencia, maçı sol ayak bileği kırık halde sedyeyle terketti.
Görüntü nahoş ve sadece meraklıları için.
~Get Well Soon Antonio~
Hola Europa!!
Bursaspor tarihinde ilk defa Şampiyonlar Ligi'nde yer almayı başardı geçen sezonki şampiyonluğu ile. Bu gecede ilk defa boy gösterdi bu turnuvada. Fakat adı gibi Şampiyonların turnuvasında Bursaspor'un işinin zor olduğu tahmin edilen bir durumsa da açılış maçı olması nedeni ile farklı bir görüntü ve oyun bekleyenler malesef hayal kırıklığına uğradı.
Manchester United, Valencia, Glaskow grubuna düşen Bursaspor için kendi aramızda grup yorumlamalarımızda, Rangers'la Avrupa Ligi için çekişeceğini düşünüyorduk. Bunun içinde kilit maçın içerde oynanacak Valancia maçı olacağını öngörmüştük. Bu anlamda Bursaspor'un açılış maçının Valencia karşısında oluşu ya bahtsızlık olacaktı yada büyük bir şans. İlk maçın verdiği ruhla müthiş bir maçda izleyebilirdik ama olmadı malesef ve tüm bu anlattıklarımın tek sonucu 0-4 biten bir yenilgi oldu.
Maç öncesi, gazetelerde, yorumlarda hakim olan yegane düşünce Bursaspor'un galibiyeti kazanma olasılığının çok yüksek olduğu idi. Köşe yazılarında, stad önü yorumlarında bahsedilen ve beklenen sonucun bu oluşu izleyicide de haliyle beklentileri dahada yükseltmişti. Ancak gücü ortada bir Bursaspor'dan bunu beklemek birazda hayalcilik olur. Bursaspor için güzel günler ileride, onların gelecekleri güzel günlerle dolu fakat bugün geleceği beklemek yanlış olur, kandırmaca olur. 4 gollü yenilgi beklemek de yanlış belki fakat galibiyetlerin bu kadar erken gelme ihtimalinden daha yüksek bir olasılık.
Ertuğrul Hoca, geleceği en parlak teknik direktör. Şu ana kadar Türkiye'nin yetiştirdiği en büyük hocalardan, Fatih Terim'den, Mustafa Denizli'den, Şenol Güneş'den en iyi yönleri toparlamış gibi kendi içerisinde. Harmanı ise topaklanmadan öğütülmüş. Gözleri çakmak çakmak ve ateş dağıtıyor baktığı yerlere. Bursaspor için büyük şans, tabi Bursa'da Ertuğrul Hoca için.
Bursa'nın evinde kalan maçları ManUtd ve Rangers. Rangers'dan puan alır belki ama ManUtd maçı gerçekten zor. Birde ManUtd bugün berabere kaldı ve kilit ismi Valencia'yı kaybetti. Sıradaki iki maçta bu takımla. Yani grup birinciliği garanti filan olmadan oynanacak. İşte bu dahada zorlaştırıyor bu maçı. Neyse komplo teorileri için daha erken. Bir Avrupa Ligi çıkarsa bu gruptan yeterli ve büyük başarıdır.
4 gollü yenilgi, gelecek derken Bursa ligden kopmazsa en büyük kazanç da bu olur. 4'de 4 yapan takım havasını kaybetmeden devam ederse lige renk katmaya devam eder. ~Viva Spor Toto Süper Lig~
13 Eylül 2010 Pazartesi
Maliyetten Düşürmek
Ülkemizde gelenektir: "Yıldız oyuncu gelir, taraftar formasından büyük gelir elde edilir" düşüncesi. Quaresma ve Guti ile işle pek öyle gitmedi bu sene Beşiktaş için. Dünya transfer borsası adına ise Adidas ve Nike'ın satış rakamları bu şekilde verilmiş. Özil'le, Joe Cole önemli rol oynamış belli ki Adidas cephesinde.
Tarihe Geçen Gün
12 Eylül 2010...
30 yıl önce Türk tarihine geçen askeri darbenin, belli başlı nedeni olarak görülen kişilerini, gündem maddelerine taşıyan bir değişim için karar vermek zorunda bırakıldık bugün. Bizim seçtiğimiz vekillerimiz "birde onlara soralım(!)" deyiverince iş başa düştü.
30 yıl sonra, tıpkı tam 30 yıl önce olduğu gibi tarihi bir gün yaşadık. 30 yıl sonraki çocuklarımız, evlatlarımızın hatırlayacağı bir gün oldu bugün. Tekrarında fayda var, bugün 12 Eylül 2010.
Açıkcası bugün beni heyecanlandıran tek şey, lise yıllarımda hep eleştirilen sistemler yüzünden, hayatımda en istekli olduğum şeyi bırakmanın verdiği hüzünle izlediğim Dünya Basketbol Şampiyonası'nın final maçıydı. Bu heyecanı yaratansa hem finaldeki iki isimden birinin Türkiye oluşu hemde diğerinin ABD oluşuydu. Tekrarında fayda var, finalin ismi Türkiye - ABD.
Bayram tatilini kar sayanlardanım bende. Ramazan girince tatilin arasına, bari şu 2-3 günü değerlendireyim diyerek yazlığa topukladım. Aynı topuklamayla da seçim için geri döndüm. Neyse yollardaki o araba çölünün yarattığı kalabalık etkisi, sandıkta yoktuda o kısmı hızlı ve kazasız bir şekilde atlattık. Çıkan sonuç umarım herkes için iyi olur, güzel olur, gelecek dolu olur, hayırlı olur.
Litvanya'nın bronzu koparıp aldığı maçı izlemek keyifti açıkcası. Keyfin nedeniyse "bizden tokat yiyenin, toparlanamaması" düşüncesini destekleyen bir diğer kanıt olarak yaşanması. Sırbistan'lı oyuncular, 4.3 saniyelik bir gecikmenin ardından maçın farkına varabilmiş olsalar dahi kalan 0.5 saniye onları 3.lük kürsüsüne çıkarmaya yetmedi. Litvanyalılar ise gruptan çıkması zor denen bir takım olarak bu başardıkları ile, Türkiye'nin kanatları altında şampiyon ABD'yi gölgede bırakan takım olmayı başarırcasına kürsüde eğleniyorlardı. Hak etmişlerdi.
Sonra tabi, assolistler en son çıktı sahaya. Hatta ısınmaya bile sonradan çıktı takım, maça da biraz sonradan adapte olduğumuz gibi. "Baştan sona ABD'nin hakimiyeti" diyemesemde büyük çoğunlukla onların üstünlüğü ile geçti maç. "Bu ABD'yi yense yense Türkiye yener" sendromuna onlarda takılmış olacaklar ki fark açılsada, şımark ABD oyununu çok sonraları, bir kuple şeklinde gördük. A3 takım bile dense ABD'nin karşımızda bu tavrı takınması bile gurur okşayıcı.
Şimdi baştan buraya bir birleştirme yapalım, spor adına. 200?'li yıllarda, "20??'lı yıllarda Dünya Şampiyonası Türkiye'de olacak. Finalide Türkiye-ABD olacak" diye gencecik bir basketbolcuya söyleselerdi-ki bu ben oluyorum- buna inanmazdım. Sabah 4'lerde 5'lerde kalkıp izlediğimiz yıldızlar-ki A3 takım olmasına rağmen bu tür yıldızları(bknz. Kevin Durant) barındıran bir takımdı ABD, şampiyonada- karşısında final oynayacağız, birde bizden çekinecekler. Kısa sürede bunun oluşu ve benimde buna canlı şahit olmama sebep, bu gençler aldıkları bu "Gümüş(!) Madalya"ile geride bıraktıkları çekinceler ile başardıkları, tonlarca Altına(!) bedel. Hepsine helal-i hoş olsun..
Unutma Türkiye'm. Bugün 12 Eylül 2010.
7 Eylül 2010 Salı
Artık Almanlar Düşünsün
Belçika takımı her yerde söylenildiği gibi genç oyuncularla yeniden yapılanmaya girmiş, geleceği açık ve parlak bir takım. Rıdvan Dilmen'in maç öncesi yaptığı şu yorum aslında güzel bir özet onlar için: "Belçika, şu an iyi bir takım fakat ilerde müthiş bir takım olacaklar. Grup 1.liği için favori onlar gösterilecek".
İlk yarı tam bir kabus. Tuncay ilerde Van Buyten'le uğraşmaktan, Arda yaptığı ortalara, ceza sahasına gönderdiği toplara cevap alamamaktan, Hamitse pozisyonunu yadırgamaktan maçtan birşey anlamadılar. Birde 28'de kalemizde gördüğümüz gol ve akla gelen Ömer Üründül: "Duran top zaafiyetimizi bir türlü aşamadık gitti".
Aslında bu zaafiyeti görmemezlikten gelmekgibi değilde şöyle bir istatistik söz konusu. Belçika takımının hucüm güçleri, Fellaini, Lukaku, Dembele gibi oyuncuları kadroda barındırırken, yediğimiz iki gol de Van Buyten'in kafasından gelmiş olması bu zaafiyeti güçlendiriyor.
İkinci yarı öncelikle takım daha istekliydi. Semih'in girişi, hem Hamit'i hem Tuncay'ı hemde Selçuk'u rahatlattı. Hem Hamit hemde Selçuk bilmediği pozisyonlarda oynamayı sürdürmediler, Tuncay'da yanına kattığı Semih'le stoperlere karşı daha bir güçlendi. Özellikle İsmail'in ikinci yarıda ki katkısı ve 3 ayrı takımın oyuncusu Emre, Arda, İsmail arası müthiş uyum önce Hamit'le beraberliği getirdi bize. Ardından Belçika savunmasının hatası ile Semih'le öne geçtik. Kapanışı da Arda yaptı. Özellikle Arda'nın golünde aynı Hamit'in golünde olduğu gibi Hamit-Gökhan Gönül uyumu önemliydi. Sabri'nin hucüm gücü, fizik gücünün düşmesinden ötürü çok düşüktü. Bu açıdan Gönül'ün girişi önemli bir hamleydi ancak maçın hamlesi, Selçuk-Semih değişikliği ile 2.yarıya başlamak oldu kuşkusuz.
Son dönemlerde yapılan Türkiye'nin rakibi Almanya mı yoksa Belçika mı tartışmalarından sonra gelen bu galibiyet gösteriyorki, klişeleşmiş "Biz iyi oynadıktan sonra rakip Almanya olmuş Belçika olmuş farketmez" düşüncesi çok doğru. Bu açıdan geleceğe ikinci yarıdaki oyunun verdiği umutla daha iyi niyetli bakıyorum. Artık Almanlar düşünsün..
İlk yarı tam bir kabus. Tuncay ilerde Van Buyten'le uğraşmaktan, Arda yaptığı ortalara, ceza sahasına gönderdiği toplara cevap alamamaktan, Hamitse pozisyonunu yadırgamaktan maçtan birşey anlamadılar. Birde 28'de kalemizde gördüğümüz gol ve akla gelen Ömer Üründül: "Duran top zaafiyetimizi bir türlü aşamadık gitti".
Aslında bu zaafiyeti görmemezlikten gelmekgibi değilde şöyle bir istatistik söz konusu. Belçika takımının hucüm güçleri, Fellaini, Lukaku, Dembele gibi oyuncuları kadroda barındırırken, yediğimiz iki gol de Van Buyten'in kafasından gelmiş olması bu zaafiyeti güçlendiriyor.
İkinci yarı öncelikle takım daha istekliydi. Semih'in girişi, hem Hamit'i hem Tuncay'ı hemde Selçuk'u rahatlattı. Hem Hamit hemde Selçuk bilmediği pozisyonlarda oynamayı sürdürmediler, Tuncay'da yanına kattığı Semih'le stoperlere karşı daha bir güçlendi. Özellikle İsmail'in ikinci yarıda ki katkısı ve 3 ayrı takımın oyuncusu Emre, Arda, İsmail arası müthiş uyum önce Hamit'le beraberliği getirdi bize. Ardından Belçika savunmasının hatası ile Semih'le öne geçtik. Kapanışı da Arda yaptı. Özellikle Arda'nın golünde aynı Hamit'in golünde olduğu gibi Hamit-Gökhan Gönül uyumu önemliydi. Sabri'nin hucüm gücü, fizik gücünün düşmesinden ötürü çok düşüktü. Bu açıdan Gönül'ün girişi önemli bir hamleydi ancak maçın hamlesi, Selçuk-Semih değişikliği ile 2.yarıya başlamak oldu kuşkusuz.
Son dönemlerde yapılan Türkiye'nin rakibi Almanya mı yoksa Belçika mı tartışmalarından sonra gelen bu galibiyet gösteriyorki, klişeleşmiş "Biz iyi oynadıktan sonra rakip Almanya olmuş Belçika olmuş farketmez" düşüncesi çok doğru. Bu açıdan geleceğe ikinci yarıdaki oyunun verdiği umutla daha iyi niyetli bakıyorum. Artık Almanlar düşünsün..
Büyücü Kemal KSK'da
Hayatımızda şu sıralar Gandi Kemal büyük oranda yer etmiş olsada başka Kemalleride unutuyor değiliz. Bu Kemallerden biri de Büyücü lakaplı Kemal Kılıç. Kendisi Adanaspor'la olan 4 yıllık kontratını karşılıklı feshetmişti hatırlarsanız bir kaç gün önce.
Neden büyücü lakabına sahip diye düşünebilirsiniz. Bunun nedeni Kemal hoca'nın maçlardan önceki garip totemleri. Oyunculara verdiği garip görevler ve bunların ardından gelen başarılar. Her totem yapan büyücü müdür?, yada her büyücü totem mi yapar? Neyse konumuza dönelim.
Bank Asya 1.Lig'in 2. haftasında Ç.Rize karşısında alınan 3-0'lık yenilgi sonrası, nedeni "Kötü Gidiş(!)" olarak gösterilen ve Erdoğan Arıca'nın KSK hayatını bitiren kovulma olayını yaşadık. 2 haftada kötü gidişi görebilen ve tedaviyi hemen uygulayabilen saygıdeğer yöneticiler Büyücü'ye ayartmasını bilmişler. 4 yıllık kontratını fesheder etmez İzmir'e gelen Kemal Kılıç'ın imza atacağı artık belliydi, fakat başka isimlerde bu görev için anılıyordu ve resmi açıklama yapılmadan acaba eski kulübü Bucaspor'a geri dönüş için mi İzmir'de olduğu kafalarda ki soru işaretleriydi. Özellikle Giray Bulak'ın ismi yankılanıyor ama Kemal Kılıç'ınki kadar büyüyemiyordu. Nitekim bugün beklenen açıklama geldi. Kemal Kılıç KSK ile anlaştı.
Geride kalan sorular ise şunlar: Kemal Kılıç neden 4 yıllık olan kontratını biranda feshetti?, Erdoğan Arıca ile yollar gerçekte neden ayrıldı?, Her başarıyı yakalayan teknik direktör, Kemal Kılıç gibi takımını bırakıp gitmeli mi?, Kemal Kılıç'la beklenen başarı yakalanamazsa Erdoğan Arıca'ya yazık olmuş olmayacak mı?
Kemal Kılıç'a yeni görevinde başarılar.
2 Eylül 2010 Perşembe
Ar-Ge
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)