25 Ekim 2010 Pazartesi

Beraberliğe Sevinenler...

Videoyu bu adresten izleyebilirsiniz

Beraberliğe Sevinenler

not: video küçük geldi..ayarını da yapamadım ama verilmek istenen mesaj kayboldu. idare ediverin..

24 Ekim 2010 Pazar

Haliyet-i Ruhiye


Edinebildiğimiz bilgilere göre Rijkaard hala İstanbul'da. Muhtemelen bu geceki maçı da izlemiştir. Merak ediyorum. Acaba ne düşündü? Servet'i sahada gördüğünde, bugünkü oyunu gördüğünde ne düşündü? Taktiği, dizilişi gördüğünde ne hissetti. Merak ediyorum, acaba, 2. Terim dönemi,2. Hagi dönemi hatta 2. Feldkamp dönemi gibi 2.Rjkaard dönemi de olacak mı? Acaba yarın çıkıp Servet'i kadro dışı bırakacaklar mı? Acaba Adnan Sezgin'i kovacaklar mı? Acaba taraftarın bugün alınan FB beraberliğinden sonra Taksim meydanında çılgınlar gibi sevinmesine sebep olanlar kimler? Bu psikolojide olmamızın bedeli ödenecek mi? Merak ediyorum.... Haftaya Ali Sami Yen'de oynanacak maçta taraftar nasıl bir tepki verecek? Tepki verecek mi acaba? yoksa FB beraberliği her şeyi unutturacak mı? Merak ediyorum mesela Hagi'nin imza törenini neden Sportif Direktör olan, görüşmeleri yaptığı söylenen Adnan Sezgin değil de Cemal Nalga skandalından sonra istifa eden Yiğit Şardan yaptı? ..Yiğit Şardan'ın Tugay bir de bir yardımcı vardı Rumen miydi, kimdi, Hagi'nin daha önce çalıştığı biri demesi GS lileri utandırdı mı merak ediyorum. Rijkaard'ı gönderip kaosun ortasında takımın başına gelen t. direktör'ün yardımcılarını bilmeme lüksüne taraftar sessiz mi kalacak? Merak ediyorum...Bu yönetim cezasız kalacak mı? Merak ediyorum...

22 Ekim 2010 Cuma

Son Rijkaard ve Galatasaray Etiketi

20 Ekim 2010 tarihi özeldir artık benim hayatım için. Ne bileyim bundan sonraki 20 Ekimleri her yıl özel kılabilirim filan. Her 20 Ekimde, gecenin karalığını delen bir mum eşliğinde oturur, saatlerce Rijkaard fotoğraflarına filan bakarım mesela. 2020'lerde ki bir 20 Ekim'de olası çocuğuma,"bak oğlum/kızım bu Frank Rijkaard. Galatasaray'ı çalıştıran efsane teknik direktör" derim. Çünkü o bir efsanedir...

Biz blog yazarlarının birkaç babası vardır. Bunlardan biri Ali Ece. Total Futbol blogu sahibi, Total Futbol programlarının babası. Adam Cruijff'cu, Best'ci, Cantona'cı Clough'cu vs. Hayatını bu ülkedeki futbolseverlere Total Futbol'u anlatmaya adamış bir adam. Ne alaka mı Rijkaard'la? Ali Ece nasıl bizim babamız ve Total Futbol Türkiye'nin başıysa, Rijkaard'dan Cruijff'lardan bize kalmış son Total Futbol efsanesidir.

Galatasaray'daki sorunun yönetim kanadında olduğunu gerek Marat, gereksede ben defalarca dile getirdik. Dünya üzerinde en başarılı takım Barcelona'nın oynadığı oyunun mirasçıcı Rijkaard'ı başarısız kılarak kulüpten göndermek zaten bu sorunun nerde olduğunu gösteren en bariz örnektir.

Birçok cümle boğazımda düğümleniyor. Resmi siteden Rijkaard'la yolların ayrıldığını yazan yazıyı her okuyuşumda gözlerim doluyor. Ah be Kıvırcık, seni nasıl kaybederiz? Senden nasıl vazgeçeriz? Yediremiyorum kendime. Sırf kızgınlığım geçsin diye 2 gün bekledim yazmak için ama olmuyor, dindiremiyorum içimdeki yangını.

Uzun bir süre GS yazmama kararı aldım. Bunuda siz değerli okuyucularıma belirtmek isterim. Bu yazı hem Galatasaray'lı Rijkaard için hemde Galatasaray için bir süreliğine son etikettir.

Güle Güle Kıvırcığım.... Biz seni asla unutmayacağız, sende bizi unutma....

Taraftarlar Kendi Takımını Yönetmesi Gerekir mi?

Dundee FC takımının son çare olarak kendi taraftarlarınca satın alınma haberleri ile İngiltere futbolunda taraftarlar kendi kulüplerine sahip olabilirler mi?

Kendi kulüplerini satın alan taraftar profili İngiltere'de son 10 yılda trend haline geldi. Ebbsfleet United, AFC Wimbledon, FC United of Manchester ve futbol piramidinde yükselen Lig 1 Execer City kendilerinin en sadık destekçileri tarafından sahiplenildi.

Dizginleri ele alan taraftarlar için arka plan değişir. FC United, ünlü Manchester United'in Glazerleri tarafından devralınmasından doğan tepki ile ünlü oldu, şu anda bir kaç milyon pound değeri olan Ebbsfleet, MyFootballClub web sitesininken, Execer Şehri Taraftar güveni onları 2003 yılınd kia kulüp konferans ligine düşüşten sonra kurtardı.

Exeter'in hikayesi, taraftarlara kendi kulüplerini çalıştırmak için bir plan öneriyor. Kulübü hayatta tutabilmek için verilen savaştan sonra(Manchester United karşısında alınan iki beraberlikle FA Cup'ın yardımı ile) hem saha içi hemde saha dışındaki zekice yönetim ile 2008 yılında tekrar Futbol Lig'ine döndüler ve ilk keresinde Lig 1'e yükselerek pormosyon kazanç elde ettiler. Ama her kulüp Exeter'in başarısını elde edemeyebilir.

2008 yılında MyFootballClub Ebbsfleet'i satın aldığında, 27 bin üye kulübü devralmak için 35£ koyarak, personel, transferler ve kadro seçimi için oy kullandı. Bir yıl içinde üye sayıları önce 9.000'e azaldı, bugünlerde ise 3.500 civarında. Klüp 15.000 ihtiyaç bildirdi.

Bu futbolun tüm romantikliğini taşıyorken, bir çoğu zaman kulübün ilgilendiği en önemli nokta, taraftarın sahipliğinin tecrübe ve nasıl yönetildiğinin bilinmesi gerekliliğidir. Sadece tutku başarı için yeterli değil.

Ancak, sıfırdan kurulan ve geleceğe teşvik için açık olan yeterince kulüp var. Ve bir çok Premier Lig kulübünün aksine onlar şaşırtıcı bir yatırım yapmadan, organik bir kulüp büyüme veya daha az borç batağına batmak için geliştirilen bir model var.

Bir taraftara ait yan ödemesiz Premier Lig görme yolundayken, bir taraftarın futbol müessesini ayakta tutaral e le geçirisini görmek sadece olaya iyimser bakmak olacaktır.

Kaynak: Football Marketing

20 Ekim 2010 Çarşamba

The Damned Saray



Günümüzün Brian Clough hikayesi oldu Rijkaard. Futbolcular yedi. Vizyonsuz yöneticilerin kurbanı oldu. Güle güle git futbol filozofu!

Kombineni Geri Ver!!

Bu yönetime verilecek en büyük ders budur. Daha önce Taraftar Dediğin diye bir yazı yazmıştım.Orada Bilgin Gökberk'in bazı sözlerine atıfta bulunmuştum. Taraftarlık aslında rahat bir şey çünkü yönetimin ne yaptığı sizi ilgilendirmez!! Sonuç olarak ben Galatasaraylım. Başarı ya da başarısızlık takıma olan sevgimi değiştirmez. Ama yönetici denilenlerin yaptıklarına kefil olmam da gerekmez. O adamları ben seçmedim ki!! Onların vizyonsuzluğu,cahilliği,başarısızlığı Galatasaray'ı bağlamaz ki!! Tıpkı tam tersinde de oldupu gibi. Galatasaray Asla yok olmaz ki!!

Sizlere Değil Renklere,Armaya Aşığız


İşte o nedenle takımının formasını, bardağını, atkısını, KOMBİNESİNİ almasan da sen Galataraylısın. Senin stada gidip futbolculara 'güven vermen' kadar,onların da formaya saygısı önemli değil mi? Neden hep futbolcular şımartılmak ister ki! Aldığı milyonlar yetmez mi? Bu sefer onlar yapsın..Onlar izlenecek bir futbol için çabalasınlar da biz de gidip izleyelim. Ama bu şartlarda yok! İzlemeye değer bir şey yok! Mademki Endüstriyel futbolun en önemli ögesi 'müşteri görünümlü' taraftar, o zaman Tüketici Hakkı diye bir şey var!! İşte bu yüzden,bugün 5 kişinin yaptığı gibi, KOMBİNENİ GERİ VER!! Kim gelirse gelsin!

17 Ekim 2010 Pazar

Adnan Sezgin



Futbol'un Şifreleri kitabından:

"..A.T Kearnet yönetim danışmalığının spor danışmanlığının spor bölümü başkanı olarak,klubü her daim müşterilerine örnek olarak gösteriyor.Hembert,Paris'teki bir kafede,"Başarılı bir klubün en büyük sırrı istikrardır," diye açıkladı,"Lyon'da istikrar antrenörle değil;sportif direktör Lacombe ile ilgidir."

Yazıda bahsi geçen klüp Lyon. Kitabı okuyan Lyon'un dünya futbolunda nasıl bir
"istisna" olduğunu görür. Ki ben de aslında kitabı tamamen okuyup öyle yorunlayacaktım. Ama gün bugünmüş.

Rijkaard gidebilir. Kimyası tutmayabilir. Ama önemli olan Rijkaard ın gitmesi değildir. Çünkü Rijkaard gitse de gelecek olana yapılacak muamele bellidir. Dolayısıyla önce "yönetim zihniyeti" değişmelidir. Bunun gereği de bellidir.

Ben ve benim gibi düşündüğüne inandığım taraftarlar bugünü kurtarmak adına Rijkaard ın gitmesini çözüm olarak görmüyordur. Elbetteki ben de güzel futbol izlemek istiyorum. Ve bu akşam Ankaragücü maçında bunun zerresi yoktu. Ve dost sohbetinde Beşiktaş'ın yenilmesine rağmen keyif vermesi üzerine konuştuk. Beşiktaşlı arkadaşım mağlubiyete rağmen mutluydu. Bence de haklıydı. Eğer mevzu "takım" ile ilgiliyse ben Galatasaraylı olarak yıllarca Türkiye'deki tüm takım taraftarlarından çok daha iyi futbol izledim. Ama eğer konu futbolsa ki benim için bu öncelikli.Sonuç olarak "günübirlikçi" olmayıp, bir kültür oluşturmak adına doğru adımların atılmasını bekliyor ve istiyorum.

Galatasaray'a dönersek, bazı şeyleri de ilk defa söylemiyorum:

O bir teknik direktör öğütücüsü

GS nin ilacı

9 Ekim 2010 Cumartesi

Almanya vs. Türkiye Anket Sonucu

Almanya Türkiye maçının sonucu için okuyucularımızn görüşlerini almak amacıyla oluşturduğumuz anketin sonuna gelmiş bulunmaktayız. Anketimiz 9 kişinin katılımıyla sonuçlanmış, fakat bu 9 kişinin verdiği oyların dağılımı ve gerçek maç sonucu karşılaştırınca ortaya vahim bir tablo çıkıyor.

Almanya galibiyetine ihtimal vermeyen anketörlerimiz için bu ihtimal uzak durmuş maç öncesi. Demekki hem takıma,yani oyunculara, hemde teknik kadroya,yani Hiddink ve Oğuz'a, güven yüksekti. Aslında bu, alınan 3-0'lık mağlubiyet sonrası daha büyük bir yıkım yaşadığımızın bir kanıtı adeta. Yahut ortada dönen komplo teorilerinin nedeni.

Umarım tüm yaralarımızı Azerbaycan maçı ile saracağız. Evet tahmin ettiğiniz üzere sıradaki anket Azerbaycan maçı için. Bileğinize kuvvet.

Milli Takım Almanya Günlüğü

Aslında maça başlamadan sonuç 3-0 Almanya lehine olacak denilseydi dahi, kafamızda oluşacak milli takım oyunu, bugün sahada gördüğümüz gibi asla olamazdı. 4-1-4-1 düzeniyle oynayan milli takımın bu sistemi için pek fazla yorum yapamam belki ama, sistem buysa seçilen oyuncuların neden seçildiği konusunda ciddi soru işaretleri ile eleştiririm.

Kadromuz: kalede Volkan Demirel, geri dörtlüde Gökhan Gönül, Ömer Erdoğan, Servet Çetin, Sabri Sarıoğlu, önlerinde libero mevkili Mehmet Aurelio, Sağ açık Özer Hurmacı, Sol açık Hamit Altıntop, ortada defansa da yardım edecek Emre Belözoğlu, ileri uçta ise Halil Altıntop. Unutmayalım ki sistem 4-1-4-1. Yani genelde bu sistemi tercih etmeyen bir takım, bu sistemde oynuyorsa "ortada taktiksel anlamda önemli bir husus vardır" derim ben. Sanırsam bu hususda şu, daha önce Rusya'nın başındayken Hiddink oynadığı iki Almanya maçınıda kaybetti ve top kontrolünü Almanya'ya vererek kaybetti. Yani defans yapmayı tercih etti. Bu sefer elinde daha hücümcu Türkiye varken, topun kontrolünü kendi takımında tutmayı tercih edip, rakibi oynatmamayı tercih etti.

Maç başlamadan hemen önce, takımlar seramonideyken, milli takımımızın maça hızlı başlayıp, pres yapıp, yırtıcı oynayıp ilk 10-15 dakikada bir gol bulmasını beklediğimden bahsediyorken maç başladı. Maç başladı ve uzun yıllardır izlemediğimiz bir milli takım izlemeye başladık, takım ne savunma yapabiliyordu, ne hucüm yapabiliyordu ne de ayağında top tutabiliyordu. İlk yarı boyunca izlediğimiz maç, tamamiyle Almanların istediği oyundu ve biz buna el pençe divan bir şekilde göz yumuyor, hiç birşey yapamıyorduk. Birde sanki herşey yolunda illa bir sakatlık çıkacakmışcasına Aurelio sakatlanınca, ısrarla beklediğimiz, umut bağladığımız herşeye de büyük bir balta iniyordu.

İkinci yarının başlaması ile, inen bu baltanın ne kadar doğru olduğu gözlerden kaçmadı. 90 dakika boyunca sadece 15-20 dakikalık bir süreçte istediklerimizi yapabildik. 50 ila 65-70. dakikalar arası, ileriye dönük ve mücadeleci oynadık, haliyle böyle oynayınca da pozisyonlara girebildik. 53. dakika mutlak suretle maçın kırılma dakikasıydı. Ömerin ileriye şişirdiği topta kaleci ile karşı karşıya kalan Halil Altıntop kardeşimiz gol vuruşunu gerçekleştiremedi. Zaten Mesut'un attığı ikinci golden sonra tamamen dağıldık ve skoru ilan edense ilk golün sahibi Klose oldu. Solda oynamanın ilk deneyinimini geçtiğimiz Şampiyonlar Ligi maçında ilk defa tadan Hamit, etkisiz Özer, özelliklede Halil tercihi gerçektende skandal niteliğinde olabilir. Yada bu gece izlediğimiz herşey, Arda Turan'ın menaceri tarafından düzenlenen "Milli Takım Arda'ya muhtaç!!" düşüncesi adına yapılmış bir komplo da olabilir. Öyle ya bu tarz Ali Cengiz oyunlarını pek bir sever kendisi.

Şimdi bu Altıntop kardeşlerin Türk Milli takımını seçmesine, tarihlere filan bakıyordumda, ben bu adamlara bir türlü ısınamadım. Özellikle de Halil'e. Yani şunu anlamakta sıkıntı çekiyorum ben. Çocukluktan beri Forvet takıntısı olan bir ülkenin Milli Takımında, bu kadar beceriksiz, oyun disiplini kopuk olan ve K'lautern'deki günlerin mirasını yiyen bir adamın oynaması bana göre o millete haksızlıktır. Sırf gurbetçi, Alman ekolünün altyapısı ile pişmiş mantığı ile 2003&2006 yıllarında K'lautern'de ki attığı 91 gol yüzü suyu hürmetine 2010 yılında grup birinciliği için önemli olan bu maçta Halil'in ilk 11'de çıkması kandırmacadır, düzenbazlıktır. Hamit cephesindeki görüşlerimse açıkcası Van Gaal sonrası çok değişti. Hamit, oyununu gerçekten değiştirdi. Sistemler, taktikler, oyun düzenleri, tüm bunları biliyordu belki ama saha duruşu nedir bilmiyordu. Yetenekli olmasına rağmen, yeteneğini nasıl kullanacağı bilmiyordu. Van Gaal Baba sağolsun hepsini öğretti ona. Ona bakışım Van Gaal sonrası daha olumlu.

Mesut Özil 21 yaşında. Hatta benden aylar bazında küçük. Şuanda olduğu konumsa gerçekten o yaştaki bir oyuncu için inanılmaz. Dünya'nın en iyi........ diye giden listede adı yer alıyor. Herşeyi bıraktım ve sadece empati yapıyorum. Ben Mesut olsam ne yapardım, ne ederdim, nasıl davranır, ne söylerdim diye düşünüyorum. Sonra açıp bakıyorum Mesut neler yapmış, nasıl davranmış, neler söylemiş diye. İnanın bana Türk oğlu Türk ben, Mesut gibi davranamayacağım kanatine varıyorum. Bence yaşınız ne olursa olsun, sizde bunu yapmayı deneyin. O zaman sizde benim gibi bu gecenin Mesut adına keyfini yaşayanlardan olacaksınız.

7 Ekim 2010 Perşembe

Aybaba Buca'da.

Milli takım araları bir çok kötü gidişatta olan takımlara iyigelir, keza bu konuda ki en son örnek Galatasaray. Yakaladıkları seri sonrası ligin zirvesine doğru ilerlediler. Bu aralar takımlara olumlu olumsuz yansırken, biz futbolseverlerde bu aralardan paylarımızı alıyoruz. Milli maçlar öncesi takımını bırakıp kaçan ve bir gün sonra Eskişehirspor'la sözleşme imzalayan Bülnet Uygun'dan sonra birlik beraberlik çağrısı yapan yönetim, bugün öğle saatlerinde de Samet Aybaba ile 1+1'lik bir sözleşme imzaladı ve üstünde dolaşan kara bulutları yok etti.

Teknik Direktörsüzlük döneminde adları geçen Giray Hoca, Rıza Hoca, Reha Kapsal ve Samet Hoca arasından, Samet Aybaba'nın seçilmesinin nedeni olarak Samet Hoca'nın altyapıya verdiği önem ve kulüp kültürüne yakışan kişiliği olarak gösterilmiş. Altyapı konusu açıkcası zaten Bucaspor Futbol Akademi tarafından harikulede yönetildiğine inandığım için bu konuda pek yorum yapmayı doğru bulmuyorum ama kişilik konusu, özelliklede yaşanan bu son olaydan sonra önemliydi ve bu konuda ismi geçen birçok kişi, doğruluğu tartışılmayacak isimlerdi. Samet Hoca'da keza kişiliği ile Bucaspor'a yakışacak bir antrenör olacaktır.

Sözleşme imzaladıktan sonra ayağının tozu ile tesisleri gezen ve büyülenen Aybaba'nın Bucaspor'u tercih etme nedenini şöyle açıkladı: "Bucaspor’a gelmemdeki temel neden çok iyi bir altyapıya sahip olması, yöneticileri çok istekli, arzulu ve her türlü fedakarlığı yapmaya hazır görmem ile Süper Lig’de kalıcı olmayı düşünmeleridir. Ben de bir sezondur profesyonelce katkı verebileceğim bir takımın altyapısını oluşturabileceğim bir takımla anlaşmak istiyordum. Bucaspor’da bu ortamı rahatça bulabileceğim inancındayım. A takıma altyapıdan oyuncu kazandırmamız şart. Süper Lig, yeni yapılanan kulüpler için zordur. Her kulüpte olduğu gibi Bucaspor’un da bazı sıkıntıları var. Biz hem yarışacağız, hem yapılanacağız. Bunları rahat yapmak için de maç kazanmamız lazım… Ancak iyi bir sezon geçireceğimize eminim" . Röportajın tamamını okumak içib buradan devam edebilirsiniz.

Şimdi başa dönelim, milli takım arası girmeden bu "bırakılıp gitme" olayını yaşasaydık ve bu haftasonu maça çıkmak durumunda kalsaydık, Bülent Hoca'nın rezaletinden doan sinirim sanırım dahada katlanacaktı. Uzun yıllar sonra Süper Lig heyecanını yaşabildiğim şehrimin insanlarını bu konuma getirmesidir Bülent Hoca'ya olan kızgınlığımın ana nedeni. Cam ekran karşısında izlediğimiz, yaşadığımız heyecanları, birebir yaşamanın heyecanı ve tadı daha damağımızdayken, bunu görmzden gelerek bırakıp gitmesidir onun rezaletide.

Olanla ölmüşe çare yoktur derler. Böyle olacakmış, böyle yaşanacakmış.

Sevgili Samet Aybaba hocaya yeni görevinde yürekten başarılar diliyorum.

5 Ekim 2010 Salı

Millet Maneviyat Kavgası

2010 Avrupa Şampiyonası için karşı karşıya gelecek iki takım Türkiye-Almanya maçı yaklaştıkça, konuşulan konularda futbol dışına taşıyor biraz daha. Mesut'un Almanya Milli takımını seçmesi, Dünya Kupası döneminde bolca konuşuldu ve başlayan bu futbol dışı konuşmalar, Almanya-Türkie maçının yaklaşması ile dahada koyulaştı. Bazı mecralarda konu Almanya-Türkiye maçından çok Mesut-Nuri rekabetine dönmesi ise aslında varılan maksimum nokta.

Aslında konu, futbolun çok daha dışına çıkarak siyasete dönüşüyor bu noktada. 60'lı yıllardan beri, dönem dönem yaşanan göler sonu, 2010 yılının günlerini yaşadığımız şu günlerde, sülalesinde Almanya'da yaşayan bir akrabası olmayan aile kalmamıştır sanırım. Bu açıdan, gerek futbol gerekse de diğer iş kollarının birçoğunda bu ve buna benzer sıkıntılı konuşmalar dönemi yaşanmıştır.

Yakından takip ettiğim FourFourTwo dergiside bu konuda güzel çalışmalar yapıp, çok başarılı yazılara imza atmışdı. Derwall döneminde Galatasaray'da yaşanan "Gurbetçi" dönemininden tutunda, Dünya Kupası sonrası Yeni Mesut'lar adlı gelecek vaad eden Gurbetçi oyuncuları ele almışlardı. O yazılarda dikkatimi çeken ortak nokta, oyuncuların hangi Milli Takım'da oynamayı seçtiğinin de belirtilmesiydi. Şuan ki konuşulanlardan da beraber ortak bir tümevarım yaptığımızda, DK'da Mesut uğruna Almanya destekleyişimiz, ülkece Barca sempatizanlığından Mesut'un Real'a transferi ile artan Real sevgisi ve buna benzer birçok örnekten sonra Mesut'un Türkiye maçında gol atması dahilinde "Vatan Haini" ilan edilmesinin dile bile getirilmesinin aslında ne kadar gafil bir durumda olduğumuzun açık bir göstergesi.

Mesut, Nuri'ye göre daha göz önünde olduğu için belki konuşmalar onun üzserinden gitse de, işin birde Nuri örneği tarafı var. Nuri ve Nuri gibi Türk Milli Takımını seçenler, Almanya'ya karşı gol attığı zaman, ekmeğini yediği ülkeden alacağı tepkileri nasıl göğüsleyecek? Ki 2.Dünya Savaşı sonrası her ne kadar durulma dönemine girsede, Almanların bu Hain ilanında ne kadar başarılı olduklarını yakınen biliyoruz. Ancak sadece kendi tepkilerimizi ön plana koyarak, Alman tepkilerini yok saymak önce kendimi kandırmak olmakla beraber Nuri gibilere de büyük haksızlık olacaktır.

Arda'nın milli takım kampında, Mehmet Topal'ın Valencia antremanında sakatlandıktan sonra, orta sahada önemli oyuncularını kaybeden takımımızda, aslında konuşmamız gereken daha önemli konular olduğu bir ortamda, olmayan Mesut&Nuri savaşını gündeme getirmek bence futbola haksızlık olacaktır. Zaten son demeçlerde hem Mesut hemde Nuri, çok iyi arkadaş olduklarını ve bu konuşmaların doğal olduğu fakat ikisininde sadece futbol oynamak istediği ve buna konsantre oldukları" yönündeki açıklamaları aslında birçok şeyi bitirmeye yeterli.

Uygun Kepazelik

Geçmiş bir haber bu. Doğrudur ancak haberin kepazeliğinin yarattığı sinir harbini ancak aşabildim ve geçtim klavye başına. Saygıdeğer(!) Bülent Uygun beyefendi, Bucaspor'la olan sözleşmesini tek taraflı fesh etti, yada öyle süslü püslü cümlelerle gerek yok. Adam istifa etti ve arkasına bakmadan çekti gitti.

Bülent Uygun diyerek bahsettiğimiz kişi, değerli bir futbol adamıdır. Bunu inkar etmeye gerek yok. Ancak yaptığı, yapacakları ile kişiliğini açıkca su yüzüne çıkarması ile kendisi bu değerli satırlara konu olmaya hak kazanmıştır. Bilindiği üzere Bucaspor antrenörü iken, 4 Ekim Pazartesi'nın serin sabahında, kendisinin şahsi web adresi üzerinden yayımladığı istifa mektubu ile ayıldık. Pazartesi sendromunu bize atlattıran değerli hocama en derinden saygılar.

Bucaspor resmi sitesi üzerinden Basın Sözcüsü Timur Yaykıran'ın yaptığı açıklama ise aynen şöyle: "Başkanımız Şeref Üstündağ ile Pazar gecesi bir araya gelen Uygun, toplantıda istifa etmek istediğini söylemiş, neden olarak da Sağlık Kurulu’nun görevi bırakmasından duyduğu rahatsızlığı öne sürmüştür. Başkan Üstündağ ise ayrılık kararını kabul etmediklerini ifade ederek, Uygun’dan görevine devam etmesini istemiş, toplantı sonunda karşılıklı olarak konunun pazartesi günü yeniden ele alınması kararı verilmiştir.
Ancak Bülent Uygun, kendi isteğiyle görevinden istifa ettiğini, bu sabah kişisel web sitesinden açıklamıştır. Sayın Uygun’un kulübümüze teslim etmiş olduğu resmi bir istifa dilekçesi yoktur. Genç çalıştırıcının ayrılmasını gerektirecek, kulübümüzde her hangi bir gelişme ya da sorun da yaşanmamıştır. Bülent Uygun’un daha iyi bir teklif aldığı başka bir kulübe gitmek için istifa etmesini etik bulmayacağımızı da peşinen söylemek isteriz… Yönetim kurulumuz, bugün Uygun ile bir görüşme yapacaktır. Genç çalıştırıcının istifa kararının resmiyet kazanması halinde, kamuoyuna kulübümüzden gerekli detaylı açıklamalar yapılacaktı".

Yani bu saygıyadeğer, Türk futbol tarihi için bir yapıtaşı olan hocamızın görevi bırakma nedeni, Bucaspor'dan ücret zammı isteyen ancak, mali açıdan bunu gerçekleştiremeyen Bucaspor ile sağlık ekibinin yollarını ayırmasıdır sadece ve sadece. He olurda bugün yarın Eskişehirspor'la anlaşmaya varırsada bu tamamen tesadüftür. Hemen yanlış anlamayın sizde yahu. Ne kadar içiniz fesat olmuş sizin öyle(!).

Bucaspor Yönetimi çok acemice bir kararın, derin acılarını sararken, umarım akıllı bir tercih yaparlar yeni teknik direktör konusunda. Şeref başkan, futbolu bilen, uzun yıllar futbolla içiçe olmuş, futbol görevlerinde bulunmuş tecrübeli bir başkandır. Bu yanlışın tamami ile sarılması zaman alacaktır ama bu konuda Şeref Başkan'a güvenim tam açıkcası. Olan Bucaspor'a oldu.. Yazık ki ne yazık!!

Son sözü yine size özel ayırdım değerli Bülent Uygun. Antep'i rezil kepaze ettin, Buca'yı yüzüstü bıraktın gittin, Eskişehir halkı için planların nedir? Kamuoyuyla bir paylaş demek isterdim ancak, tarzın değil değil mi? Senin en yi becerdiğin şey saman altından su yürütmek, arkadan bıçaklamak. Demem odur ki daha da İzmir'e gelme.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Who Is The Weakest Ring?

Tarih: 03.10.2010
Saat:19:00
Stad: Trabzonspor Avni Aker Stadı

%100 Değişim yazısında verdiğim Türkiye'den örneklerde Trabzonspor ve Beşiktaş'ı kullanmıştım. Çünkü iki takımada gelenler, özellikle de teknik adamlar, takım kimyasını değiştirmiş -geçen sezon sonu TS'de bu değişimi daha iyi görmüştük- ve hem göze hoş gelen bir oyun sergilemeye hemde başarılı sonuçlar almayı sağlamıştı. Şimdi ligin 7. haftasında bu ikili sahaya çıkıyor. Maç hakkında siz değerli okurlarımızın görüşleri için bir anket oluşturduk. Birde bu yazıyı yazıyorum, şıklarla işim olmaz bana kelimeler lazım diyenler için. İngiliz formatlı bir yarışmanın ismi ile soralım: "Who is the weakest ring?"

1 Ekim 2010 Cuma

%100 Değişim

Şu düşünce çoğu kimsenin aklında, çoğu zaman belirir:"Yeni hoca geldi takımın başına, ne olacağı belli olmaz!". Günümüz endüstriyel futbolunda, antrenörün sahadaki oyuna katkısının %'lerle ifadesinde, oyuncuların katkısından daha az olduğu gerçeği kabul edilmişken, nasıl oluyor da hocanın yenilenmesi(!) ile takımın kimyasının değişebileceği ve ne yapacağı belli olmaz hale geleceği fikrine kapılıyoruz?

Tabi dün gecenin de etkisiyle olaya Beşiktaş cephesinden başlamak hem en iyi örneklerden biri olacak, hemde anlatacaklarımı örnekleyen en doğru takımlardan biri olacak.

Beşiktaş'ın Schuster gelmeden önce, M.Denizli ile yürüdüğü kadro: Rüştü, Hakan Arıkan, İsmail Köybaşı, Sivok, Fink, Nihat, Nobre, Bobo, Tabata, Ekrem Dağ, Erhan Güven, Necip, İbrahimx2, Holosko, Ferrari, Ernst, Yusuf, Rıdvan.

Schuster geldikten sonra eklenen oyuncular: Quaresma, Guti, Cenk, Aurelio, Zapo(kiradan döndü), Fatih Tekke, Ersan Gülüm, Hilbert.

Gelen isimler büyük isimler tabikide fakat aslına baktığımız zaman, takımın kemik yapısının sabit kaldığını görüyoruz ki sezon başlarında birçok yorumcu ve yazar şu yorumları yapmış,yazmışlardı: "Aslında sahadaki kadro 2-3 oyuncu farkla M.Denizli onbirinden farksızdı". Ama oynanan oyuna değinileceği zaman görüntü, birbirinden kaliteli oyuncular topluluğunun yarattığı görsel şovla, gözleri mest eden 11 kişiyi gösteriyor(du). Yani değişimin temeli aslında (gelen oyuncularında katkılarının görmezden gelmeyerek) Schuster'de yatıyordu.

Kişiye dayalı örnek vermek gerekirse, yandaki beyefendi aslında güzel bir örnek. Beşiktaş'a geldiğinden beri Alex'ini arayan yorumları sonrası gelen Quaresma ile performansının arttığı düşünüle dursun, Schuster'in Nobre'nin sahadaki duruşu, koşuşunu bile değiştirdiği apaçık ortada. Nobre cephesinde, evet Quaresma ile oynamak onu değiştirmiştir elbet, fakat Schuster'le çalışmak büyük bir nimet. Oda bunun bilincinde her zamankinden daha çok uğraşıyor. O meşhur rotasyonla forma şansı buluncada iyi değerlendiriyor . Nobre'den BJK'ye geldiği günden beri beklenen performansı anca 2010'lu yıllarda verdiği nasıl bir gerçekse, Nobre'nin, Şam'ın kaysısı olsada Beşiktaş'ın ileri oyuncusu asla olamayacağı (unutulmayan) öyle bir gerçek.

Benzer bir değişimi, yukarıdaki beyefendiler içinde söyleyebiliriz. Geldiği günden itibaren bekleneni veremeyen, ancak vermesi gerekenlerin bir o kadar çok olduğu takımda adeta yeni transfer gibi güneş açtırdı Teofilo. Halen inişli&çıkışlı bir grafiği olsa da onda ki Şenol elini de görmek açık ve ortada.

Şenol Hoca'dan bahsetmek için, yazıda planladığım birkaç paragraftan fazlasını yazmak gerekir aslında. Ülkemizde ki, 2. fetret dönemleri başarısız geçen teknik adamlara inat, TS ile bildiği yoldan şaşmamacasına devam ediyor. Uzak Doğu&Yakın Doğu, Kuzey&Batı ne olursa olsun, Dünya 3.lüğüne laf edenleri çatlatırcasına, şans diyenlerin bir daha şans kelimesini kullanamayacağı şekilde onları rezil ederek devam ediyor hemde. Ona özel bir yazıda, metihlerimize geri döneceğiz.

Dünya'dan örneklere baktığımız zamansa son dönemin en önemli ismi Jose Mourinho çıkıyor karşımıza. 2 sene çalıştırdığı takımı ile, 2. sezonunun sonunda duble yapan teknik adamla beraber, takımının aslında tamamını yükselen değerler olarak gösterebiliriz. Yani Schuster&Nobre, Şenol&Teofilo tarzı bir örnek vermek belki biraz yanlış olacak Jose için. Ama bu düzende gittik ve bir isim vermemiz gerekiyor ise de bu isim muhtemelen Milito olur.

2006-2007 La Liga gol kralı olduktan sonra, geri döndüğü Genoa'daki başarılı performansı sonucu, Jose'nin planını yaptığı 2009-2010 sezonunu Inter'de geçirme fırsatı bulmuş ve hiç şüphesiz ki kariyerinin hem en başarılı sezonunu geçirmiş, hemde kişisel performansı açısından verimliliğini artırmıştır.

Schuster&Beşiktaş, Şenol Güneş&Trabzonspor, Jose&Inter örnekleri ne kadar olumlu ise Benitez&Inter örneği de bir o kadar olumsuz hava yaratan antrenör etkisi olmuştur. Benitez takımı devraldığından beri, mutlu olmadıklarını dile getiren Inter taraftarları, takımın geleceğinden şüphe etmekte haklı olup olmadıklarını göreceğiz.

Roy Hodgson&Malmö, Ertuğrul Sağlam&Bursaspor, Brian Clough&Nottingham Forest ve daha niceleri, gösterdikleri üstün antrenörlük başarıları ve muazzam futbol bilgileri ile gönül feth eden örneklerdir. Hala tatmin edici gelemediklerim varsa, hepsine Cantona'dan gelsin...