29 Kasım 2010 Pazartesi

Haber Kuşağı

Bu bölümde siz değerli okurlarımıza naçizane kendimizden bir kaç haber sunalım istedik. Şimdi karşınızda SAMN'den kısa kısa Haber Kuşağı:

Efendim ilk olarak malum, haftalar evvelinden ısınma turlarına başlamıştık El Clasico için. Yumurta geldi kapıya dayandı. 19 saat sonra, dünyanın en büyük derbisi El Clasico karşımızda olacak. İstanbul'da ki El Clasico partisinden "El Clasico'ya Ne Kaldı" yazısında bahsetmiştik. İzmir'de de buna benzer bir El Clasico organizasyonu ihtiyacı karşısında bloggerlar, tweetcanlar ve İzmir'li futbolseverlerle maçı hep beraber izleme kararı aldık. Katılmak isteyenlere scarfaroundmyneck@gmail.com üzerinden bilgi verebiliriz.

İkinci olarakda yazarımız 9.15, 1 Aralık 2010 Çarşamba günü, Begüm Kıratlılar sunumu ile ekranlarımızda beliren Blog Spor programına konuk blogger yorumcusu olarak katılacak. Program 16:15'de Sky Türk ekranlarında olacak. Sky Türk spor müdürü Şaban Petek'in de katılımı ile futbolun gündem olaylarını yorumlayacaklar. Müsait olanları bekleriz :)

Şimdilik haber kuşağımız sona eriyor. Yeni gelişmelerle karşınızda olacağımız bir sonraki haber kuşaklarında görüşmek üzere.

28 Kasım 2010 Pazar

Dayanamıyorum!!

Rijkaard'ın gitmesi ile beraber blogda Galatasaray yazmamaya karar vermiştim. Kendimce tepkimi böyle koymak istedim ve şu güne kadar tepkime sadık kalmaya çalıştım. Zaten olmayan Lig TV'm sayesinde her maçta para verip izlemek yerine, maç sonraları geniş özetleri izledim. Twitter'dan takım hakkında çok fazla tweet atmadım vs. Ama bugünkü maçı kazanmak için o kadar çok neden vardı ki!

Herşeyin öncesinde 2010 yılında hiç derbi kazanamamış bir takım var ortada. "Ne derbisi yahu, maç kazanamıyorlar" diyenleri duyar gibiyim ama dayanak noktam başka. Hagi'nin ilk maçıyla da gördük ki derbi havası bir başka hava. O havayı solumak, içerdeki oksijen yakımında farklı ürünler ortaya çıkarıyor ve beden ve ruh buna paralel olarak farklılaşıyor. ASY'de ki son derbi, 2010'un son derbisi, takım berbat durumda, yönetim gövde gösterisi yapmakla meşgul, takımda ki oyuncular hakkında gün geçmeden yeni bir iddia ortaya atılıyor; oyuncularda sahada bu iddiaları desteklercesine oynuyor, Misimoviç kadro dışı kalıyor vs vs. Daha ne sayayım bilemiyorum. Bir spor kulübünde olabilecek her türlü sorun var Galatasaray Spor Kulübünde. Dönüm noktası olabilecek, hani Misimoviç'lerin, Insua'ların, Hagi'lerin (teknik direktör olarak), azıcık geride Jo'lar, Dos Santos'lar günü kurtarmak adına gelmişken, taraftarın ağzına bal çalacak olan bu derbi nasıl kazanılamaz, geçtim kazanamamayı sahadaki bu görüntü kimin eseri?

Ali Turan, Ali Turan, Ali Turan!!! Sen nasıl bir adamsın allahın aşkına? Dakika daha 8, Holosko senin kanadından topu, serseri kurşun misali sürüyor. Bir kere nasıl bir fizik gücün var senin, tüm gücünle koştuğun belli ama halen 1,1.5 adım arkasındasın rakibinin. Hadi diyelim ki çalıştırmadı seni ne Rijkaard, ne Hagi, ne Tugay ne de Neeskens. Futbol görüşün ne kadar dar ki senin, serseri mayın koşan adama, arkanda Neill desteği olmasına rağmen ceza sahasına adım attığı anda kayıyorsun. Ah ki ne ah. Benim Galatasaray'ım kimlere kalmış, ne çaresizmiş.. İçim yanıyor içim.

Açık söylüyorum bu takıma Cana gibi adam lazım. O kadar basit, temiz oynadı ki bugünkü maçta, derbi nedir bilmeyen Türk oyunculara ders verdi adeta sahada. Hagi'nin takıma gelişiyle, Marsilya'da ve Sunderland'da efsane olmuş Cana karakterini daha fazla görmeye başladık. Günümüzde, takımda benzerine zor raslanılan bir futbol emekçisi Cana, ayakta alkışlıyorum seni. Neden? Maçın adamı mı oldu? Hat-trick filan mı yaptı? Koca bir Hayır!! O sade ve sadece yüreğiyle oynadı bu gece. Galatsaray adına günün adamı, Cana!

Son söz Hagi'ye. Her maç değişikliklerden bahsediyor, umut tacirliği yapıyor. Ertesi hafta geldiğinde ise farklı olan tek şey hiç birşey. Değişim Misi'nin kadro dışı kalması mı? Yarın Insua'da mı böyle olacak? Peki ya bugün orta sahada şahaneler(!) yaratan Ayhan Akman'ı ne yapacağız? Ya Barış Özbek, Mustafa Sarp? Değişim maddeleri arasındalar mı acaba?

2 senedir Galatasaray'da ki tek değişim(devrim), Rijkaard'dır. Hem gelişi hemde gidişiyle. "Kıvırcığım, 2010 yılının sonuna, sıfır derbi galibiyetiyle, lider Trabzon'dan 16 puan geride, 4 haftalık kaybetme serisiyle geliyoruz. P.S Seni çok Özledik"

25 Kasım 2010 Perşembe

GEORGE BEST!!

22 Mayıs 1946 - 25 Kasım 2005

59 yıla sığan bir yaşam...

Dolu dolu, futbol dolu, hayat dolu...

Bugün Maradona good, Pele better, GEORGE BEST'in 5. ölüm yıldönümü. Rest in peace the James Dean of football.

"I spent a lot of money on booze, birds and fast cars. The rest I just squandered."

"I've stopped drinking but only while I'm asleep."

"I used to go missing a lot... Miss Canada, Miss United Kingdom, Miss World."

"In 1969 I gave up women and alcohol - it was the worst 20 minutes of my life."

"I was in for 10 hours and had 40 pints - beating my previous recordby 20 minutes."

24 Kasım 2010 Çarşamba

Oldies But Goldies? // 60's

Konyaspor maçından sonra Beşiktaş teknik direktörü Bernd Schuster'in yaptığı "Türkiye'de 1960'ların futbolu oynanıyor" açıklaması, şuanda gündemde yer edinilen bir konu değil ama bu geceki Valencia-Bursaspor maçından sonra bazı gerçekleride görmezden gelemeyiz. Kastım, evet 60'ların futbolunu oynuyoruz değil, ama 2010'ların futbolunu ne kadar oynuyoruz ki??

Şimdi zihnimde ŞL kuralarının çekildiği döneme gidiyorum. Kuradan United, Valencia ve Rangers çıktıktan sonra yapılan yorumlar, United ve Valencia'nın üst tura çıkacağı ve Bursa-Rangers arasında Avrupa Ligi mücadelesi olacağı yönündeydi. İyimser bir bakış açısı olabilir bu elbet ama babadan kalma "top yuvarlak saha düz" mantığı ve bu iyimserlik biraraya geldiğinde kendimizi bu mücadeleye inandırdık ki ilk Valencia maçıyla dahi bu inancımız kaybolmadı. Dışarda Rangers mağlubiyetinden sonra dahi körlemesine koruduğumuz bu inanç aslında ufkumuzu daraltıyormuşda farkında bile değilmişiz.

Türkiye Ligi'nde ki mücadele (tekmeler"!") ülkemize gelen antrenöründen, topçusuna kadar hepsinin diline ilk maçlardan yapışır, bizde buna hep kızarız. "Bizde böyle kardeşim!!" tavrımızla eleştiririz onları. Ancak tüm bu serzenişleri ve Schuster'in açıklamasını destekleyen şöyle bir istatistiki veriyi de göz önünde bulundurmalıyız. La Liga son hafta mücadelelerinden Almeria - Barcelona maçında Messi'ye yapılan faul sayısı 0 (yazıyla "sıfır"), Real Madrid - Athletic Bilbao maçında C. Ronaldo'ya yapılan faul sayısı ise 2 (yazıyla "iki"). Meali, takımların yıldız oyuncuları üzerinde rakibin kurduğu baskılı oyun sonucu, kendisini oyundan koparmak için faul (tekme"!") taktiği değil, futbol oyun kuralları içinde oluşturulan taktiklere başvuruluyor. Ne kadar başarılı olduğu tartışılır ancak, ligin genelinde geçerli olan bu görüş "neden bize gelince serzenişte bulunuyorlar" ın kanıtı gibi adeta.

Türkiye'de oynanan futbol 60'lardan kalma değil evet, ancak STSL şampiyonu Bursaspor'un ŞL'de 5. maçında 5-0'dan sonra ilk golünü buluşu, Valencia'dan 10 gol yemesi, 2001-2002 de Fenerbahçe'den sonra 2010-2011 sezonunda Bursaspor'un da 5. maç itibari ile ŞL'de 0 (yazıyla "sıfır") çekmesi de gösteriyor ki 2010'ların oyununu oynamıyoruz.

23 Kasım 2010 Salı

Anadolu Devrimi, Uefa Kupası ve Tesadüfler


Bursaspor’un şampiyonluğu, geçen hafta Kayserispor’un maç fazlasıyla lider olması ve
gerçek(?) lideri Bursaspor-Trabzon maçının belirleyecek olması, üç büyüklerin şu günlerde
puan tablosunda aldığı yer gibi unsurları gözönüne alınca futbolseverlerin aklına takılan soru
doğal olarak Futbolumuzda bir devrim mi oldu? oluyor.

Tabi bunun arkasından, bakalım bu durum kalıcı olacak mı gibi bir soru geliyor. Devrim oldu
demek için kalıcı olmak şart ne de olsa. Benim takıldığım nokta ise kalıcı olmaktan kasıt ne?
Her sene bir Anadolu Takımının şampiyon olması mı?

Belki de devrim çoktan oldu da bu onun sonucu. Bursaspor’un şampiyonluğu devrimi
perçinleyen olgu belki de. 2000 li yılların ortalarında 3 büyükler ligde hep ilk 3 sırayı alsa
da, son iki sezonda Sivasspor’un önce diğerleriyle aynı puanda olup da 3 lü averaj nedeniyle
4., ertesi sezon 2. olması ve arkasından gelen Bursaspor şampiyonluğu. Belki de devrim
havuzdan ligdeki sıralamaya göre pay almaktı. Kimbilir..Yoksa ben Fenerbahçe kendi
evinde berabere kaldığı için gelen şampiyonluğun bir devrim olduğuna inanmıyorum. Ama
bu durumun Anadolu Takımlarında oynayan oyuncuların “bizi şampiyon yapmazlar abi!”
düşüncesini kırdığını da kabul etmek lazım.

Zamanında Aziz Yıldırım’ın Galatasaray’ın UEFA kupasını almasını tesadüf olarak
nitelemekle aynı durum aslında bu. Bir yerden baktığımızda 4 sene üstüste aynı Hoca’yla
çalışıp, kaliteli yabancı transferler yapmak ve iskeleti koruyup, takviyelerle takımı
güçlendirmek bir tesadüfün ötesinde gözüküyor. Tabi insan ya şampiyon olunamasaydı Fatih
Terim 4 sene görevde kalır mıydı diye sormaktan kendini alamıyor. Varsayımlar üzerine
konuşmayalım. Uefa başarısından sonra Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamak da
gelişimin –ya da devrimin- sağlamlığının kanıtı olabilir. Ama madalyonun öbür yüzüne
bakıldığında, o günlerin sonlandığını ve Galatasaray’ın bir “karşı-devrim”e uğradığını
söylemek de gerekiyor sanırım. Ancak o gün doğru işler yapanların, doğru isimleri biraraya
getirip takımdan yüksek verim alanların yaptıklarnı tesadüf olarak nitelemeyi de asla doğru
bulmuyorum.

Bugüne geldiğimizde de durum aynı. Şimdi Bursaspor ya da bir başka Anadolu Takımı
şampiyon olamazsa bu devrim değildir mi diyeceğiz? Devrimi, 10 küsur senedir kulüp
başkanlığı yapanların, 4 senedir sportif direktörüm diye dolananların Sportif Başarı anlamında
bir plan, program, strateji oluşturamamasını bir yana bırakıp bundan sonra Anadolu
Takımlarının şampiyon olup olmamasına mı bağlayacağız ?

Yani bence asıl soru, Bursaspor’un şampiyonluğunun devrim olup olmadığından ziyade
Futbolumuzu karşı-devrim’den koruyabilecek miyiz yoksa koruyamayacak mıyız olmalı..

22 Kasım 2010 Pazartesi

El Classico'ya ne kaldı?


Futbol denince akla gelen 2 dev kulüp 29 Kasım'da Camp Nou'da karşı karşıya geliyor.

Barcelona ve Real Madrid arasındaki bu dev mücadeleyi izlerken daha eğlenceli ve neşeli bir ortam arıyorsanız,
Taxim Live sizin için güzel bir alternatif olabilir. Hazırladığımız El Clasico Party tüm Barcelona ve Real Madrid hayranlarını sevindirecek.

29 Kasım günü canlı maç, El Clasico heyecanını, Beyoğlu Mis Sokak'ta Taxim Live'de yaşayabilirsiniz. Formanızı giyin ve tüm arkadaşlarınızla birlikte 29 Kasım'da bu heyecana Taxim Live'da tanıklık edin.

Biletler biletix'te.

Sağdaki anketi doldurmayı da unutmayın.

21 Kasım 2010 Pazar

Türkiye'de Futbol - Bu Maçı Alıcaz!


Bir süre önce Sahaf Festivaline gidip de futbol kitapları aldığımı yazmıştım. Aslında futbolla ilgili kitap meselesi eskiye dayanıyor. Bir gün arkadaşlarla boş boş gezerken Beyoğlu Çukurcuma daki Mesele Kitapçısının tezgahında Futebol’u görmemle, hayatımdan eksilttiğim birinin boşluğunu doldurmaya çalışmam aynı zamana denk gelir. İşte o kitaptır ki, adını çok önceden aldığım blogun ilk postlarını yazmama neden olan. Sonrası zaten malum.

Türkiye’de yazılmış ilk futbol kitabı "Türkiye’de futbol- Bu maçı alıcaz!" ile tanışmam ise bambaşka bir hikaye. Bir dürümcüde yan masadaki kişinin elinde görüp bu ne yahu diye meraklanmam, yeni basımı olmadığını öğrenip kederlenmem ve internetteki açık arttırma sitesinde bulup sahip olmam çok kısa bir zaman aldı. Şimdi bu kitaptan bahsedeceğim bahsetmeye de nereden, nasıl bulup okuyacağınız kısmı beni ilgilendirmiyor.

Herneyse, gelelim kitaba. Tek kelimeyle “Harika!”. 90 da yazılmış ve 80’lerin Türk Futbol camiasını inceliyor. Tabi sadece 80’lerle kalmıyor, Türk futbolunun nasıl ve hangi koşullarda o günlere geldiğini anlatıyor. İlk tezahüratlar, eski stadlar, efsane futbolcular vs.

Kitap; Futbolcu, Hoca, Hakem, Tribünler, Spor Basını, Devlet ve Kulüp ilişkileri ve Bugün (90’lar) şeklinde bölümlere ayrılmış. Görüldüğü üzere futbolun tüm unsurları var.

Benim gibi 80’lerde doğmuş ve o gülerin futbolunu hayal mayal hatırlayanlara şaşırtıcı biçimde yabancı gelmeyen bir kitap. Bunun nedeni tahmin edebileceğiniz gibi hiç bir şeyin değişmemiş olması. Tarih verilmese bugünün futbolunu okuduğunuza emin olabilirsiniz!

Futbolcunun insan olduğunu ve psikolojisinden bahsederken, spor hekimliğinin tarihi, o zamanlardaki yabancı Hoca tartışmaları (bkz. Rijkaard, Schuster futbolu bilmiyor!), Hakemin kendini kimseye beğendirememesi ve her zaman günah keçisi olmasına kadar her şey aynı. Spor Basınındaki kalitesizlik ve Yönetim basiretsizliği de cabası.

Peki ya taraftar? O da aynı. Takımı maç kaybedince dalga geçilmemek için işe gitmeyen kişiler o zamanlar da varmış. Takım transfer yapınca “Hadi gene iyisiniz, bilmem kimi almışsınız” yorumuna kulübün basın sözcüsü edasıyla “ geçen sene çok maç oynamamış ama bakalım” diye cevap veren bizlerden bahsediyor aslında.

Hangi takımda hangi siyasi parti üyeleri olduğundan, milletvkili olmanın takımı şampiyon yapma sözü vermekten geçtiği günler.

Garip bir tebessümle okuyup da kendinizi –futbolla ilgileniyorsanız- bulabileceğiniz bir kitap. Sonuç bölümü ise Can Kozanoğlu’nun müthiş ileri görüşlülüğünü gözler önüne seriyor. Futbolun geleceğinin şirketleşmede olduğu söylentilerine, bu zihniyet olduktan sonra şirketleşseniz ne olur ki mealinde sözler ediyor. Sonra bugün Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş A.Ş lerine ve içinde bulundukları duruma bakıyorum ve Can Kozanoğlu’na açtığı ufuktan ötürü teşekkür ediyorum.

Günümüzde dahi başarısızlığı yabancı Teknik Direktöre, kadroya, hakeme bağlayanların okuyup da sorunun ‘işleyiş’te olduğunu, ve işleyişin geçmişten beri hep bu şekilde aksak süregeldiğini gösteren ve harcadığınız zamanı kat be kat size geri veren bir kitap.

Nereden nereyee - 1

Evet, farkındayım.. Burada herhangi birşey paylaşmayalı, laf etmeyeli çook uzun zaman oldu... Elden gelmedi, can istemedi, parmaklar gitmedi, vs... Bu yazacaklarımı çok daha önce yazmış olmam gerekirdi hatta... Futbol bir yana, spor bir yana, bayram bir yana.. Bayramdan önce, geçtiğimiz günlerde İstanbuldaydım.. Marat ile birşeyler paylaşırken, ki buna yeri geldi bir yatak da dahil oldu, gün geldi sevgili Aslı ile tanıştım.. İçilen rakılar, biralar, paylaşılan şarkı, türküler bir yana, o kocaman bir insandı... Fiziksel olarak -en azından bizlerin yanında- pek böyle görünmese de, o kocaman insana buradan sevgilerimi iletmek istedim... Çok güzel tatlar bıraktık hep birlikte, Marat ve Karaköy ayrı bir mesele... Haaa, bize bir kaç kez eşlik etmiş olan Rüyacı yı da bir kenara atamam tabi ki.. O evi, terası ve mangalı :)) Herkese teşekkürler ve İzmirden selamlar... Bu gecelik damarlarımdaki alkole dayanarak af diliyorum hepsinden.. Daha çok anlatacağım var..

To be Continued!!

20 Kasım 2010 Cumartesi

İroni

Çok geriye değil, sezon öncesi transfer dönemine gidiyorum zihnimde. Galatasaray kaptanı Arda Turan'ın takımda kalıp kalmayacağı dedikoduları kol gezerken Türk piyasasında, Arda'nın gönlünde yatan aslanın Liverpool olduğu, gönül verdiği takım ile aynı rengin hakim oluşu ile de Arda'nın transfere göz kırptığı haberleri yayılıyordu. Fakat ne Liverpool nede şaibeli(!) Athletico Madrid ile transfer gerçekleşmedi ve Arda kulübünde hizmete devam etti.

Derken lig başladı, Rijkaard'la bir iyi bir kötü gidişat içerisinde tüm namlular Galatasaray'a doğrultulmuşken, Özcan Deniz'in popülariteyi yakaladığı yağız delikanlı halleriyle ekranlarda çığırdığı "Gidişim suskun oldu ama dönüşüm muhteşem olacak" sözünü vermişcesine ülkemize dönen Hiddink ile Euro 2012 elemeleri başladı. 3'te 3 parolasının Almanya ayağından önce, ligdeki performansını hiçe sayarak özel hayatıyla gündem Top 5'de bir numaraya ulaştırılan Arda sakatlanıyor, önce Almanya maçını ardından ligde uzun bir maratonu Pubis'e teslim edip, özel hayatıyla gündeme gelmekte üst sınırları buluyordu. Ligde zaten sendelemeye münasip olan takımı ise, O'nun yokluğunda tepetakla dibe batıyordu. İşte tam o sıralarda, gündemde bu sakatlık ve Galatasaray'ın sakatlıktan doğan zararı vardı.

Arda Galatasaray'ın çocuğu olarak doğmasada, doğduğun yer değil doyduğun yer düşüncesinin maneviyatla gösterilebilecek en güzel örneğiyle Galatasaray'ın çocuğu olmuştur. Tıpkı günler sonra benzer bir kaderle, benzer bir olaya maruz kalan Gerrard gibi. Gerrard reyiz, Merseyside'in 13.629 nufüslü şirin Whiston kasabasında gözlerini dünyaya açtıktan sonra, dünya görüşünü ve dünya gözünüde Liverpool'da açmış ve efsane olmuştur. Kim derdi ki, kendi kulüplerinde bu denli önemli olan iki adam, kaderin cilvesi ile bir arada olamasa da aynı cilve ile kader birliği yapacaktı. İngiltere'nin özel Fransa maçında sakatlanan Gerrard 6 hafta sahalardan uzak kalacağını öğrendiğim anda, aklımda beliren görüntü buydu işte.

Ardından bugün, ne kadar üzerine vazife bilemem ama, ülke olarak Tuncay'ı 3-5 dk. oynatıp çıkardığı için pekde hoşlanmadığımız Stoke City menajeri Tony Pulis bir açıklama yapmış. Milli maçlarda sakatlanan oyuncuların, sakatlık dönemlerinde ki ücretlerinin federasyon tarafından karşılanması gerektiğini söylemiş. Aslında dediğim gibi pek hoşlanmasak da kendisinden, bozuk saat misali doğru bir noktaya eğildiğini söyleyebiliriz. Ülke olarak, milli meseleler bizim için mahremdir. Bu yüzden Arda olayında böyle bir teklifle, cengaver bir teknik adamımız çıkmadı. Tabi bu çıkışın etikliğide tartışılabilir ancak en azından "Bugün sana, yarın bana" mantığı yürütmek olayı gereksiz saçmalıktan bir nebze kurtarabilir. Tüm bu mahremimiz içinde çıkıpta bu teklifin yapılması dahi ayrı bir olayken, bu teklifin uygulanması sanırım işin en zor kısmı. Zaten bu mahremiyet Almanya maçında fazlasıyla dile getirildi. Bu açıdan endüstriyel futbol denilen, son örneğini Blackburn ile dünyaya tanıtan İngiltere'de bu düşünce uygulanabilirliği ne kadar fazla gibi düşünsek de ülkemiz için bir o kadarda zor.

Hep kaderden bahsettik, kader bu ya Arda sene başında Liverpool'a gitseydi, aynı şekilde sakatlansaydı, ardından bu Gerrard olayı süregelseydi, İngiltere'de kopabilecek fırtınaları bir hayal edin. Hodgson Reyiz'in sıkıntılı Liverpool'u, Reyizin gelişiyle 89-90 sezonunda Daglish reyizle alınan son şampiyonluğu tekrarlama parolası ile lige başlamış olsa da, işler yolunda gitmedi ve Liverpool aynı Galatasaray gibi tarihinin en kötü sezonlarından birini geçiriyor. Evet aynı Galatasaray gibi. Ne ironi değil mi? Gerrard&Arda, Liverpool&Galatasaray, Rijkaard&Hodgson...

Birsen Tezer,Sensiz Olmaz,Futbol ve Hayat üzerine kısa kısa


Değişik bir gündü bugün...aslında belki de değildi..ama kısmet bugüneymiş..yekten takıldığım onca günden bugünü yazasım geldi..sabah kalkıp da eşlik edecek kimseyi bulamayınca gidip iki satır kitap okudum boğaza karşı..çokça da düşündüm..aslında aklıma bir sürü şey geldi ama işte söz uçar hesabı hepsi de gitti..

Birsen Tezer konseri arkası bir şeyler yazmak istedim..Kahvaltım bile anlamsızdı.. Ortaçgil’e ait olsa da sözler Birsen Tezer de başka söylüyor doğrusu..Gerçi kendi hislerimi başkalarının sözleriyle ifade etmek çok kötü hissettiriyor kendimi ama..yazanlar da boşuna sevgi saygı görmüyor..

Eski bir dosttan kalan alışkanlık..yazı yazmak rahatlatıyor beni..harfler..kelimeler..ve sonra cümleler..aslında futbol taraftarı olmakla bağdaşan bir şey..hani maçlara deşarj olmaya gidiyoruz ya..ben de yazarak deşarj oluyorum işte..ama ben de küfür pek yok tribündekilerin aksine..hoş I. Hagi döneminde, Bursa ile, Galatasaray’ın cezası nedeniyle İzmit İsmetpaşa Stadında oynanan kupa maçında Ümit Karan ve Saidou lehine yapılan tezahüratların ardından
bilmem kaç bin kişiyle s.ktir ol git Petre diye bağırmışlığım vardır..neyse ki diğer oyuncuların yapmayın,etmeyin mealindeki hareketleri kendime getirdi beni de empati yaptım. Petre’nin yerine koydum kendimi de ne kadar kötü bir durum..binlerce insan tarafında sktr çekilmek, istenmemek..atılır mıyız oyundan benzemezsek onlara...

Daha anlatacağım çok şey vardı aslında ama bu saatte aklımda kalan bu kadar.

15 Kasım 2010 Pazartesi

BBC African Footballer of the Year

1992 yılından bu yana yapılan ve artık gelenekselleşmiş hale gelen BBC Yılın Afrikalı Futbolcusu ödülü için 5 aday açıklandı bugün.

Gana'dan Asamoah Gyan ve Andre 'Dede' Ayew
Kamerun'dan Samuel Eto'o
Fil Dişi Sahilleri'nden Didier Drogba ve Yaya Toure bu listede yer alma hakkına sahip olmuş isimler.

Bu ödülü son yıllarda;
2000 - Patrick Mboma (Parma & Kamerun)
2001 - Sammy Kuffour (Bayern Münih & Gana)
2002 - El Hadji Diouf (Liverpool & Gana)
2003 - Jay Jay Okocha (Bolton & Nijerya)
2004 - Jay Jay Okocha (Bolton & Nijerya)
2005 - Mohamed Barakat (Al Ahly & Mısır)
2006 - Michael Essien (Chelsea & Gana)
2007 - Emmanuel Adebayor (Arsenal & Togo)
2008 - Mohamed Aboutrika (Al Ahly & Mısır)
2009 - Didier Drogba (Chelsea & Fil Dişi Sahilleri) kazanmıştır.

Bu senenin oylamasına buradan katılabilirsiniz. Sonuçlar 15 Aralık'da açıklanacaktır. Yani oylama 1 ay sürecek bu nedenle elinizi çabuk tutmanızı tavsiye ederim.

EDIT: 2010 BBC African Footballer of the Year kazananı Kamerun'dan Samuel Eto'o oldu.

Galatasaray Türküsü


Beni Sami Yen'de arama anne
Gişede adımı sorma
Sahaya ruhsuzlar düşmüş
Üzülme anne
Ağlama

Kaç zamandır yüzüm asık
Gözlerim umut bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım radyoda
Gol atmayı özledim anne
Galip gelmek isterken delice

....

eric gerets'i düşün anne
bülent korkmaz'ı
skibbe'yi
frank rijkaard'ı düşün anne
hala kanaması nedendir alnının
utangaçlığı bile vuramadan yüzüne galibiyetin
onsekizinde deplasmana yürüyen
taraftarları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir GALATASARAYLI havalansın...

11 Kasım 2010 Perşembe

Akıl Yaşta Değil Baştadır

Beşiktaş'ın lig başlamadan evvel Avrupa Ligi elemeleri ve ardından ligin başında fırtına gibi estikten sonra son günlerdeki düşüşünden sonra Başkan Yıldırım Demirören tarafından dile getirilen sakatlıklar konusu, sadece Beşiktaş'ın başındaki müsibet değil aslında. 11. Haftaya girilirken ligde 15 takımda toplamda 61 sakat oyuncu bulunuyordu. Bucaspor bu listede 10 sakatla ipi göğüslerken, Beşiktaş ve Galatasaray 8'er sakatla ikinci, Fenerbahçe ise 6 sakatla üçüncü sırada yer alıyordu. Tüm bunlara karşın, futbol klişelerinden genç takım yaratma olgusu karşısında sakat listesinin başındaki Bucaspor 26.3, ikincilerden Beşiktaş 28.2 Galatasaray 25.4, üçüncü Fenerbahçe ise 25.7 yaş ortalamasına sahip bir kadro yapısı oluşturmuş durumda.

STSL'imizde ki bu istatistiklere karşı, örnek alınabilecek en uygun takım sanırım AC Milan'dır. AC Milan 2010/2011 sezonuna 29.2 yaş ortalaması olan bir kadro ile başlamış ve bugünkü 3-1 Palermo galibiyeti ile 11 maçta 7 galibiyetle 23 puan toplayarak ligin zirvesinde yer almakta.

Kadrodaki oyuncular ve yaşları:
1-Marco Amelia(Genoa'dan kiralık) - 28
2- Flavio Roma - 36
3- Christian Abbiati - 33
4- Oguchi Onyewu - 28
5- Nesta - 34
6- Sokratis Papastathopoulos - 22
7- Massimo Oddo - 34
8- Gianluca Zambrotta - 33
9- Bruno Montelongo(River Plate'den kiralık) - 23
10- Daniele Bonera - 29
11- Thiago Silva - 26
12- Mario Yepes - 34
13- Luca Antonini - 28
14-Gennaro Ivan Gattuso - 32
15- Clearence Seedorf - 34
16- Rodney Strasser - 20
17- Mathieu Flamini - 26
18- Ignazio Abate - 24
19- Andrea Pirlo - 31
20- Massimo Ambrosini - 33
21- Kevin Prince Boateng - 23
22- Pato - 21
23- Filippo Inzaghi - 37
24- Zlatan İbrahimovic - 29
25- Robinho - 26
26- Ronaldinho - 30
27- Nmandi Oduamadi - 20

Ligdeki son maçlarında 24.45 yaş ortalamalı Palermo'ya karşı 31.27 yaş ortalamalı bir 11'le sahaya çıkıp ve ilk yarı sonunda 1-0'lık üstünlükle sahadan ayrıldılar. Maç sonunda tabela ise lehlerine 3-1'lik galibiyeti gösteriyordu.

Kadrodaki en yaşlı oyuncu 37 yaşıyla Filippo Inzaghi olurken, bu oyuncunun bu sezon ligde ve ŞL'deki oynadığı 7 maçta 4 gol atması 37 yaşındaki bir oyuncunun performansı için beklenmedik bir yükseliş aslında. Bunun arkasında yatan nedense AC Milan'ın sağlık ekibi ve onların ünlü performan artırıcı çözümleri.

AC Milan'ın sağlık ekibi Dünya'da eşine zor raslanır bir ekip ve yaptıkları ile tüm Dünya futbol kamuoyundan her daim takdir görüyorlar. Yaşı ilerleyen futbolcular için saha içinde performanlarını yukarıya çekecek kendilerine özgü taktikleri olduğu söylentiler arasında ancak bunu komuoyuyla paylaşmıyorlar. Performans artırıcı çözümler sonucunda performans testleri uyguladıkları oyuncuların performanslarında beklenen gelişme olmuyorsa, yeniden çözüm önerileri buluyorlar. Ta ki kendilerine düşen görevi tamamlayana kadar. Tabi iş sadece bu taktiklerle olmuyor. Taktikleri uygulayan oyuncunun istekliliğine ve uygulama kabiliyetiylede bu başarı perçinleniyor.

STSL'de 11. hafta itibari ile ilk 3 takımın yaş ortalamaları, Trabzonspor - 25.0, Bursaspor - 26.0, Kayserispor - 24.8 (en genç ikinci takım) iken Seria A gibi dünyada kendini kabul ettirmiş bir ligde 29.2 yaş ortalamasına sahip AC Milan'ın 11. hafta itibari ile lider konumda oluşu pekde şans olmasa gerek!

9 Kasım 2010 Salı

Uygun'un Mirasları

2010/2011 sezonunda STSL'de mücadele etmes şansını yakalayan Bucaspor sezon başında takımın başına Bülent Uygun'u getirerek ilk transferini gerçekleştirmişti. Aslında bu transferin geleceğinin olmadığını İzmir'li futbolseverler görüyorken yönetimin bu kararı almasının nedeni anlaşılamazken zaten kendisi kendince bir dille bizi haklı çıkarmanın bir yolunu buldu. İstifasının haftasına Es-Es'e imzayı attı. Tüm bunları blogda yorumlamıştık. Şimdiyse takımın başında Samet Hoca var ve Uygun'un bıraktığı mirası toparlamaya çalışıyor.

B.Uygun takımın başına geçtikten sonra 23 tane oyuncuyu takıma transfer etti. Bu oyuncuların bir kısmı eskiden çalıştığı takımlardaki oyuncuları, bir kısmı tecrübeleri ile Buca gibi takımlarda paralar kazanabilecek yaşta oyunculardı. Aralarında Manucho, Leko ve Dady gibi taktik yönden bilgili yabancılarıda katarak oluşturduğu yepyeni Bucaspor'la lige başlattı takımı. İlk maçlarda, BA1L görüntüsü çizen takıma bir türlü STSL havasını kazandıramadan takımdan ayrılan Uygun'dan sonra ise işler sarpa sarmaya başladı.

Samet Hoca'nın gelişi ile takımdaki disiplinsizlik ve yaşı ilerlemiş oyuncuları hükmetme zorluğu gibi problemler ayyuka çıktı. Samet Hoca kurt bir adam, hem takıma mesaj vermek hemde gerekli disiplin ve ruhu kazandırmak için önlemlerine başladı. Ekim ayının sonlarına doğru -ki bu gelişinden yaklaşık 22 gün sonrası oluyor- izinsiz İstanbul'a giden, primlerini alamadığı gerekçesi ile antremanlara çıkmayan ve tesisleri izin almadan terkeden Stjepan Tomas'ı verdiği raporla süresiz kadro dışı bıraktı. Ardından 1 Kasım'da yine benzer olaylar sonucu, kafasına göre takılan, antremanlara isteği doğrultusunda çıkan vs. Dady Samet Hoca'nın raporu doğrultusunda kadro dışı bırakıldı ve her ikisi de A2 takıma gönderildi. Son olarakda Malatyaspor ile yarın oynanacak kupa maçı öncesi resmi siteden yapılan açıklamada maçta yabancıların olmayacağı ve takıma A2 takımdan 5 takviye yapıldığı haberi yer aldı.

Yaşanan bu gelişmelerle, son haftalarda Kasımpaşa yöneticisi tarafından ayyuka çıkarılan oyuncu-menacer, antrenör-menacer olayı doğrultusunda Bülent Uygun'un PFDK'ya sevk edilmesi bir arada düşünülünce Uygun'un yaptığı bu transferlere şüpheli gözlerle baktırıyor. Hemde bu bakış, yaşanan gelişmelere nazaran en masum şüphe oluyor.

Teşekkürler Bülent Uygun, bıraktığın harika mirasla İzmir futbolunda çığır açmaya devam ediyorsun.

8 Kasım 2010 Pazartesi

Bu Yaka Başka Yaka

BA1L'de 11. hafta geçilirken Alsancak Stadı'nda Samsunspor'u konuk eden Karşıyaka 3-2'lik bir galibiyetle evinde bu sezonun ilk galibiyetini elde etti. Bu maça girilirken oynadığı 9 karşılaşmadan sadece 6. haftadaki Kartalspor deplasmanında 3 puan alabilen Karşıyaka ligde evinde aldığı 5 beraberliklede ligin iç sahada en çok beraberlik alan takımı konumunda.

Erdoğan Arıca'nın görevine son vererek Büyücü Kemal(Kemal Kılıç)'ı teknik patronluğa getirdikten sonra çıkış yakalamak isteyen ekip, gerekli patlamayı bir türlü gerçekleştirememişti. Lige de uzun yıllardır bu kadar kötü bir başlangıç yapmayan Karşıyaka'da T.Linyit deplasmanında alınan 2-0'lık mağlubiyet sonrası taraftarların sesi yükselmeye başlamıştı. Bu açıdan Samsun karşısında alınan 3 puan ve oynanan istekli oyun suları bir süreliğine daha durduracaktır. Fakat gelecek içinse bu kadar iyimser konuşmak malesefki pek mümkün değil.

Ligin başında transfer dönemini pek iyi geçirmediğini söyleyebileceğimiz ekipte özellikle kaleci mevkindeki sıkıntı her maçta göze çarpıyor. Temmuz ayında Altay'dan gelen kaleci Soner kalede güven vermiyor. Samsun maçında kaleye gelen zayıf toplarda dahi bir çok defa iki hamlede topa sahip oluşu bile aslında gerek oyuncunun kendisine gereksede taraftarın bu oyuncuya olan güvensizliğini ve ileride yaşanacak nice sorunların kaynağı görünümünde. Soner takımın en zayıf halkası görünümünde olsada, yine Altay'dan kadroya katılan 1987 doğumlu Tiago takımını yetenekleri kapasitesinde sırtlamaya devam ediyor. Saha içindeki hırslı ve azimli oyunu, pas hatasında yaptığında bile topu kapmak için tüm gücüyle koşması gerek Samsun maçında gereksede şuana kadar gösterdiği mücadelede takdir gören yanlarıydı. Tiago bu takımın bel kemiği olmuş durumda. Ligin ilerleyen haftalarında kazanılacak puan yada puanlarda maksimum katkısı olacaktır.

Şimdiyse çok zor bir dönemekte Karşıyaka. Önünde Diyarbakır ve Giresunspor deplasmanları var. Bu iki takımın bugünkü 1-1 biten mücadelesi için twitter'da BA1L'de STSL tadında mücadele diye bir tweet atmıştım. Sanırım bu olayın zorluğunu anlatan bir cümle. Bu maçlardan alınacak puanlar Karşıyaka'nın ligdeki kaderini belirleyen en önemli puanlar olacağıysa kesin.

5 Kasım 2010 Cuma

Şımarıklık + Füze // Porto:1-1:BJK

Avrupa maçlarında bir evinde bir deplasmanda üstüste aynı takımla oynamak yaramıyor bazen takımlarımıza. Bursa böyle bir Man. UTD. geçirdi son dönemde, BJK'de ilk yarı itibariyle bir Porto. Fakat bu gecenin özeti Bobo'nun o inanaılmaz şutu, Nihat'ın la Liga esintili golü ve Ersan Adem Gülüm olmuştur.

İlk yarı sıkıntılıydı geçti temsilcimiz adına, özellikle orta saha da yoklukları oynuyordu Beşiktaş. Bobo sol çizgiden top alıp içeriye giriyor, Tabata forvet arkası mevkisine oynamaya çalışıyor-sahi bugün İlker Yasin'in Tabata dediğini duydunuz mu maç anlatımında?-, Nihat'sa uzun süredir oynadığı sağ iç forvet mevkisinde topla buluşamıyor, aldığı toplarıda ya çalımda kaybediyor yada pas hatası yapıyor. Savunmada ise işler iyi olmasa bile, sırıtmıyor herhangi bir parça. Toroman'ın maça mçıkarkenki yüz ifadesinden bu gece bir tersliğe yol açacağını farkediyoruz ama dilimiz varmıyor söylemeye; Aurelio bildiğimiz Memo, ayakları sağlam basıyor yere; Ersan'sa biraz bocalıyor ilk yarı, tabi heyecanlıda Porto'ya karşı oynamaktan ama ayakları en sağlam basan oyuncu olamktanda geri kalmıyor. Porto cephesinde işler tıkırında. İleride çoğalamayan, pas yapamayan BJK'yi savunmada zorlanmıyor birde Hulk canavarına topu iletip tehlike yaratıyorlar. Buna rağmen gol bulamadılar aslında. Penaltı pozisyonuna pek bir yorum yapmak istemiyorum. Hakan'ın bu tür hata(!)larına alıştık artık. Rüştü'de buna benzer şeyleri yapardı. Abisinden öğreniyor herhalde deyip geçiyorum.

İkinci yarıda ise Tabata'nın çıkışı biraz daha rahatlattı gibi takımı. 10 kişi oynamaktan daha bir 11 kişiye oynamaya döndüler. İ.Üzülmez'İn tecrübesi ile 10 kişi kalan Porto Hulk ile yakaladığı pozisyonu şımarıkca harcayınca baskıyı artırdı o dakikadan sonra BJK. Fatih Akyel misali, sağdan bindirmelerle öne çıkan Hilbert, orta yapma konusunda biraz daha becerikli olsaydı o bir kaç ataktan 2 gol çıkarabilirdi takım. Fakat sonra sahada bir an Hami Mandıralı'yı gördük. Böyle anlık bir görüntüydü, sağ çaprazdan topa vurup kaçtı sanki. Evet Nihat'ın füzesinden bahsediyorum. La Liga esintili olsada bizin Hami'yle alışık olduğumuz o füze. Gerçektende harika bir goldü. Dilerim Nihat devam eder artık, çünkü performansı fazlaca inişli-çıkışlı olmaya başladı. Füze füzeydi ama, Bobo'da birşeylerin sinyalini vermeye çalışıyorda yakın dakikalarda, hızlı bir atakta soldan aldığı topu, sağdan hızla kaçan Holosko'ya vermek yerine kaleye göndererek. Zaten bu mesajdan sonra yapcağını yapıyor, yüksek gelen topu orta saha çizgisinin oralardan yumuşatıp, harika saklayıp, müthiş bir şut çıkarıyor ama adi üst direk, gol diye havaya zıplayanları havadaki maksimum yükseklikte yakalıyor. Balkondan atlamaya koşanları kapıdan döndürüyor adeta. Gerçektende son yıllarda izlediğimiz enfes hareketlerin başında geliyor Bobo'nun "o" şutu.

Dedik ya Toroman'ın surati bir meymenetsizdi diye, sonra o meymenetsizliğin sonucunu görüyoruz hep beraber. İlk yarıda nedensiz kaymalarından birinde gördüğü sarı kartı, devre arasında uyarılmadığından ikinci yarıdada devam ederken, Guti'nin avantaja bıraklıan faulünden gaza gelen Toroman basıyor Portoluya. 10 kişi kalıp, pres yiyen Porto rahatlıyor. Maça tekrar ortak ediyor Toroman onları. Fakat bir Ersan var ki sahada! Ne desem ona, ne yazsam, ne methiyeler düzsem bilemiyorum.

Orta sahadan BJK defasının arkasına doğru atılan topta, topu kontrol edip, Hakan'ın üzerinden kaleye gönderen Porto'lu gol sevincini yaşarken, sahneye aynen çocukluğumuzda deli divane izlediğimiz Tsubasa çizgi filminde ki Makabayashi(böyle mi yazılıyor bilmiyorum) misali çıkacak Ersan'ı hesap edemedi. O kadar net çıkıyor ki top çizgiyi geçmeden, onlarca yıl konuşulan Ahmet Çakar'ın vermediği iptal ettiği gol sonrası çıkan teknolojik aletlere gerek olmadan, TV'den çıplak gözle görüyoruz netliği. Tebrikler Ersam Adem Gönlüm.

Defansıf açıdan, kişiye özgü olmadan Beşiktaş'ın genel sorunu, uzun topları arkaya fazlası ile kaçırıyorlar. Buna hem yapmaya çalıştıkları ofsayt taktiği hemde öndeki savunma kurgusu neden olabiliyor ama, içerdeki Porto maçının sonucunu etkileyen en önemli sorundu bu. Bu gecede ayyuka çıktı aslında, Falcao ile Porto pozisyonlar buldu ve birinde penaltı kazandı. Genel açıda Beşiktaş'ın bu kurgu üzerine daha fazla çalışması gerekiyor.

Fakat sonuçta İnönü'de yenilen Beşiktaş'da, Portekiz'de berabere kalan Beşiktaş'da (ikinci yarı itibari ile) zevk veren bir futbol oynadı rakibine karşı. 10 puanlı Porto ile, 7 puanlı Beşiktaş arasında ise sadece bir galibiyetlik bir fark var. Artık kalan maçları kazanıp, puan kayıpları ile birinciliği kovalamak lazım. Sonuçta pek anlamasamda Avrupa Ligi'nin konsepti ile her galibiyet yada beraberlik her neyse işte ülke puanı demek, tur geçmede keza öyle.

3 Kasım 2010 Çarşamba

Phil Neville twitter da trend oldu!


Twitter kullananların dikkatini çekmiştir. Bugünün "trending topic"leri arasında Phil Neville ismi yer alıyordu. Oysa bunun için bir neden yoktu.Ama bunun nedeni de ortaya çıktı. The UK Sports Network'un haberine göre Phil Neville'in trend olmasının nedeni Bale in İnter karşısında gösterdiği performans. Sezon öncesi dünyanın en iyi sol beki apoleti taşıyan,Real Madrid'e gidip gitmeyeceği konuşulan Maicon'a zor anlar yaşatan Bale,geçtiğimiz hafta oynanan Everton maında Phil Neville karşısında iyi bir performans sergileyememiş ve sönük kalmış.Bu durumda İngiliz espritiüelliğiyle birleşince ortaya bu durum çıkmış. İşte o twitlerin bazıları;

Gareth Bale Maicon'u geçmek için koşmuyordu, hala Phil Neville'den kaçıyordu.

Karanlıkta aynaya bakıp 3 kere Phil Neville derseniz, o bir anda belirir ve atağınız son bulur.

1 Kasım 2010 Pazartesi

THY-Manchester United