13 Kasım akşamı Devrimci Spor Emekçileri Sendikası'nın düzenlediği Metin Kurt anması etkinliğine katıldım. Türkiye’de spor
sendikası denince akla gelen ilk isimlerden birisi şüphesi ki Metin Kurt. Uzun
mücadelesinin sonunda sendika için gerekli temel oluşmuşken aramızdan ayrıldı. Onunla
birlikte yola çıkanlar, aramızdan ayrılmasıyla Metin Kurt’un açtığı yoldan
ilerleme konusunda daha bir kararlılıkla devam edip, sendikalaşma yolunda emin
adımlarla ilerliyorlar.
Metin Kurt senteze varamadan aramızdan ayrıldı belki ama ardında bıraktığı soruyla şüphesiz ki sporseverlere ve spor emekçilerine bir görev bıraktı.
Sonsöz de kendime, Eric Cantona için filozof deyip,
insanları paralarını bankalardan çekmeye çeğırdığında ne kadar da devrimci diye
konumlandırırken Metin Kurt’u bu kadar geç tanımak bir ayıp. Uzun süredir
kitaplığımda duran ve bir türlü sıra gelmeyen Vecdi
Çıracıoğlu nun Gladyatör - Futbol Arenalarında Bir İsyanın Hikayesi kitabını okumak için sabırsızlanıyorum..
İş dönüşü bir akşamı futbolla doldurmak için katıldığım
etkinliğin bende böylesine etkileyici bir iz bırakacağını tahmin etmemiştim.
Etkinlik sendika temsilcisinin konuşmasının ardından ‘muhalif’
taraftar grubu temsilcileriyle devam etti. Galatasaray’ın Tek Yumruk grubu
adına konuşan arkadaş, “Endüstriyel futbola karşı tribün kültürü lafı güzel
duruyor tamam ama altının doldurulması
gerekiyor” diyerek ilk kıvılcımı yaktı. Fenerbahçeli Sol Açık taraftar grubu işin
şiddet boyutunu eleştirirken, Beşiktaşlı Halkın Takımı grubu temsilcisi olaya
biraz daha farklı yaklaştı. En samimi biçimde kendini ifade eden de bu
arkadaştı sanırım. “Hangi solcu futbolsever takımına 20 milyon euro’luk bir
yıldız alındığında mutlu olmaz ki?” diyerek başka bir soruyla önemli bir çelişkiye değindi. En önemli noktalardan biri de taraftarın futbolun bir parçası olmasına
rağmen Spor Emekçisi olup olmadığı, taraftarın bu sendikalaşma meselesindeki
rolünün belirsizliğiydi.
Sıra ana konuşmacılara geldiğinde herkes birşeyler söyledi
ama en önemliler GSÜ öğretim görevlisi Mehmet Karlı ve Metin Kurt’un yakın
dostu Veysel Ataman Hoca’nın söyledikleri idi. Mehmet Karlı, futbol gibi popüler
kültür ürünü bir sporda örgütlenmenin sağlanmasının, toplumun geneline örnek
olabilecek bir kalenin tutulması anlamına geleceğini belirtirken Veysel Ataman
Metin Kurt’un hayat boyu yaşadığı bir çelişkiyi aktardı.
Veysel Hoca, Metin Kurt’un devrimci duruşundan bahsederken,
Marksist anlama devrimci işçi sınıfının serbest zamanlarını kendilerini
geliştirmek (reprodüksiyon) için kullanmaları gerektiği konusunda hemfikir
olduklarını ancak seyirlik profesyonel futbolun buna engel olma noktasındaki rolünün
Metin Kurt’u rahatsız ettiğinden bahsetti. Benim için en can alıcı nokta da bu
idi. Özetle,egemenlerin futbolu halkı uyutmak için kullandığı bir ortamda,bir devrimcinin hayatını futboldan
kazanıyor olması ne fena bir çelişkiydi! İşte Metin Kurt yalnızlığının Metin Kurt diyalektiğine
dönüştüğü noktada sanırım tam da burası.
Metin Kurt senteze varamadan aramızdan ayrıldı belki ama ardında bıraktığı soruyla şüphesiz ki sporseverlere ve spor emekçilerine bir görev bıraktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder